Serdar Turgut'a terörist olma rehberi 0 Kommentare

İSTANBUL - Serdar Turgut pişmanmış 'Terörist' olmadığına. Valla pişmansa, 'zararın neresinden dönsen kar'dır derdim kendisine ama o zaten bir tür terörist. Tırnaksız: Terörist. Ne yapsın, bir türlü saygınlık sağlayamayınca işi pişkinliğe vurmuş. İsmini ortalıkta dolaştırarak paraya tedavül etmeye çalışıyor. O zaten gazetelerin 'promosyon' eşyası gibidir. Ha tabağa çanağa kızmışsınız ha Serdar Turgut'a. Şu duyduğu pişmanlığa gelince... 'Terörist' olması zor be Turgut. Sana bir terörist olma rehberi de ben önereyim: Önce çocukluğun, kurşun ve bomba sesleri arasında geçecek. Uykundan ikide bir evi basan görevliler tarafından uyandırılacaksın. Babana küfredilecek. Annene hakaret edilecek. Kardeşin itilip kakılacak. Ablan taciz edilecek. Sen tokadı yiyeceksin, mesela ağladığın için. Baban bir gün eve gelmeyecek. Ya da eve gelen beyaz renolu adamlarla askerler alıp götürecek. Sonra cesedini bile bulamayacaksın. Sonra babanı aramaya kalktığında, aynı şiddet sana yönelecek. İkide bir gözaltına alınıp sorgulanacaksın. Bölge'deki her çatışma sonrası misilleme olarak, köyün gençleri kurşuna dizilecek. Ya da götürülüp bir daha görünmeyecek. Sonra büyüyeceksin, belki evleneceksin. Şikayet ettiğin karından seni kurtaracaklar mesela. Ya da onu senden. Bir gün gelip topladıkları gençler arasında sen de olacaksın. Önce gözaltında sorgulanacaksın. Ben diyeyim 40 gün sen de 90 gün. Herkesin gözü önünde çırılçıplak soyulacaksın ama senin ellerin, gözlerin bağlı olacak. O çok öğündüğün erkekliğinle dalga geçilecek. Erkekliğine ve parmaklarına elektrik verilecek. Belkii hayat boyu fantezilerinde bile kimseyi dağa kaldıramayacaksın. Filistin askısına asılacaksın. Kolların ve boynun ömür boyu arızalı kalacak. Tabii başına kan gitmeyecek, düşünemeyeceksin bile. Ama o sorun olmaz. Zaten senin sorunun başka yerinle.Arada bir su verilecek, arada bir de kuru bir ekmek. Suçlamaları kabul edersen önünde iki seçenek olacak. Ya itirafçı olup, babanı öldürenlerle birlikte olacaksın. Ya cezaevini boylayacaksın. Senin için mümkün değil ama diyelim itirafçı olmayı reddettin, gideceğin yerde daha beterlerini yaşayacaksın. Alt katlarında tuvaletleri tıkayıp lağıma dönüştürdükleri bir cezaevinde hücreye tıkılacaksın. Her gün tekmil verip ant içeceksin. Bak bu kısmı hoşuna bile gider: Doya doya, günde üç posta 'Ne Mutlu Türküm Diyene' diye bağırır, ağzına tıkılmış bokla İstiklal Marşı söylersin. Sonraaa, gece yarısı koğuşun basılıp kalaslarla sıra dayağına çekileceksin. İtiraz edemezsin ya, hani edecek gibi olursan vay haline. Bunla da bitmeyecek. Grup grup çıkartıp, her tür işkence yöntemi üzerinizde denenecek. Artık bu arada makatına cop mu sokulur, yangın söndürme aletinden gaz mı şansına kalmış. Annen mesela o bahsettiğin çöreklerden getirecek ama sen yiyemeyeceksin. Çörek bir yana su bile bulamayacaksın. Tam bitlerini kırarken düşünmeye başlayacaksın, suçum ne, demeye. İşte o zaman terörist olmaya hazırsın demektir. Eğer buralardan sağ çıkmayı becerirsen valla senden bile 'terörist' olur, eminim! * İnci HEKİMOĞLU /Günlük Gazetesi

İHD: 9 ayda 12 bin 952 hak ihlali yaşandı 0 Kommentare

AMED - İHD bu yılın son 9 ayında bölgede yaşanan hak ihlallerini açıkladı. İHD raporuna göre son 9 ay içerisinde 12 bin 952 hak ihlali yaşandı.İHD Diyarbakır Şubesi'nde bir basın toplantısı düzenleyen Şube Başkanı Muharrem Erbey ve İHD Bölge Temsilcisi Ali Akıncı, İHD verilerine göre son 9 ayda 12 bin 952 hak ihlali yaşandığını açıkladılar.İHD verilerine göre son 9 ayda 25 bin 65 kişinin gözaltına alındığı ve 950 kişinin tutuklandığı belirtilerek, bu süre içerisinde 112 kişinin bölgede yaşanan çatışmalarda yaşamını yitirdiği, 70 faili meçhul cinayet ve yargısız infaz olayının meydana geldiği mayın patlamaları sonucunda da 25 kişinin hayatını kaybettiği kaydedildi.İHD verilerine göre 9 ay içerisinde aynı şekilde 655 kişinin işkence ve kötü muameleye maruz kaldığı, 222 kişinin darp edildiği belirtildi.Basın mensuplarına hak ihlali raporunun sunulması ardından bir açıklama yapan İHD Şube Başkanı Muharrem Erbey, son dönemlerde çocuk ölümlerinin arttığını söyledi. Erbey, DTP'ye yönelik Diyarbakır ve diğer illerde 3 ayrı operasyon düzenlendiğini ve 450 kişinin tutuklandığını söyledi.Başbakan Erdoğan'ın 2005 yılında Diyarbakır'da yaptığı konuşmadan sonra, her şeyin kötüye gittiğini belirten Erbey, "Özellikle 2008'de ihlaller en üst seviye çıkmış, 2009 yılının ilk üç ayında oldukça azalan ihlaller, Nisan 2009'dan sonra yeniden artmaya devam etmiştir. Kürt sorunun demokratik çözümünün tartışıldığı bir dönemde, ihlallerin dur durak bilmeden artmasının izahını merak ediyoruz" şeklinde konuştu. Erbey, çocukların zafer işareti yaptıklarından veya taş attıklarından dolayı 10 ile 25 yıl hapis cezasına çarptırılması, Uğur Kaymaz'ın faillerinin beraat ettirilmesi, Ceylan Önkol'un bombaatarla öldürülmesi, Cizre'de evinin balkonunda annesinin kucağında süt emerken atılan gaz bombasıyla yaşamını yitiren 18 aylık Mehmet Uytun'un faillerinin hala bulunmaması bölgede yaşayan insanların devlete, yargıya olan güvenini zedelediğini belirtti.ANF NEWS AGENCY

Dersim'de yangın, 2 ölü, 3 yaralı 0 Kommentare

DERSİM - Dersim'in Pertek ilçesinde bir köy evinde çıkan yangında 2 kişi öldü, 3 kişi ağır yaralandı.Alınan bilgilere göre, Pınarlar Köyü'ne bağlı Göztepe mezrasında dün gece geç saatlerde çıkan yangında, engelli yakınlarını kurtarmaya çalışan Sakine ve Sultan Olgunelma hayatını kaybetti. Yangında Şerife Dal, Murat Olgunelma ve Güllü Olgunelma ağır yaralandı. Yangına Dersim Belediyesi ile Pertek Belediyesi itfaiye ekipleri müdahale etti. Yangında yakınlarını kurtardıktan sonra evdeki halıları çıkartmak için eve giren Sultan ve Sakine Olgunelma'nın evin tavan kısmının çökmesi sonucu feci şekilde can verdiği öğrenildi.Yangın sonucunda yaralanan Şerife Dal'ın hayati tehlikeyi atlatamadığı, Murat ve Güllü Olgunelma'nın ise tedavilerinin sürdüğü öğrenildi. Yangında hayatını kaybeden Sakine ve Sultan Olgunelma'nın cesetleri ise otopsi yapılmak üzere Elazığ Adli Tıp Kurumu'na gönderildi.ANF NEWS AGENCY

“Baris ve Siddetsizlik Icin Dunya Yuruyusu” 27 Ekim’de ISTANBUL’da 0 Kommentare

World Without Wars ( Savassiz Dunya Dernegi) tarafindan duzenlenen, 5 Kita’yi ve 100’e yakin ulkeyi kapsayan “Baris ve Siddetsizlik Icin Dunya Yuruyusu” projesi kapsaminda uluslar arasi yuruyus ekibi 27 Ekim’de ISTANBUL’da olacaktir.Basin Bildirisi: KADIKOY Karsilama: Muhurdar Cad. Beyaz Firin Onu 27 Ekim, Saat: 14:00Yer: TARIK ZAFER TUNAYA KULTUR MERKEZI (Sahkulu Bostani Sk. Tunel / Beyoglu)Tarih: 27 Ekim 2009 Sali, Saat: 20:00

Faşistler Konya'da DTP il binasına saldırdı 0 Kommentare

nya'da 150 kişilik faşist grup, DTP Konya İl binasına saldırdı.DTP Konya İl binası önüne gelen faşist grup, binaya saldırarak cam ve kapılarını kırdı. DTP'li yöneticilerin de aralarında bulunduğu 10 kişi içerde mahsur kalırken, binayı ablukaya alan grubun bekleyişi sürüyor. Haber vermelerine rağmen, polisin olay yerine gelmediğini belirten DTP'li yöneticiler, DTP Eşbaşkanı Emine Ayna'ya haber verdiklerini söyledi.ANF

Kent A.Ş. işçileri: CHP ile sandıkta hesaplaşacağız 0 Kommentare


ANKARA - CHP’li Karşıyaka Belediye Başkanı Cevat Durak’ın işten çıkardığı işçiler bir haftadır Abdi İpekçi Parkı’nda CHP’li yöneticilerden randevularına cevap bekliyor. İşten atılmalarından kaynaklı aileleriyle birlikte birçok sorunla karşı karşıya kalan işçiler CHP ile sandıkta hesaplaşacaklarının mesajını verdiler.İzmir Karşıyaka Belediyesi’ne ait Kent A.Ş’den 30 Nisan’da 276 işçi işten çıkarıldı. Bu işçilerin yaptığı işler ise ortakları arasında eski CHP Dersim Milletvekili Sinan Yerlikaya’nın da bulunduğu İstanbul merkezli Altaş adlı taşeron firmaya verildi. Bu firmada ise 330 yeni çalışan işe alındı. 1 Mayıs İşçi Bayramı’na işten atılmış olarak giren işçilerden 53’ü 16 Eylül’de Ankara’ya 31 günde yürüyüş düzenleyerek, sorunlarına çözüm istedi. CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ve CHP’li yetkililerle görüşme taleplerine henüz olumlu yanıt alamayan işçiler halen Abdi İpekçi Parkı’nda bekleyişlerini sürdürüyor. Siyah önlükleriyle ve bıraktıkları sakallarıyla eylemlerine devam eden işçiler, yerleştikleri parkta gece gündüz bekleyişlerini sürdürüyor. Altı aydır işsiz olan sadece işsizlik sigortasından aldıkları yaklaşık 550 TL ile geçinmeye çalışan işçiler geçimlerini sağlayamadıkları için aileleriyle birlikte değişik sorunlar yaşıyor. Kimi kredi kartına borçlanmış, ödeyemediği için faizi işliyor, kimi altı aydır bakkala ödeme yapamadığı için bakkal alışverişi kesmiş, kimi çocuğunu okula kaydedememiş, kimi de bütün bu sorunlar nedeniyle eşiyle sorunlar yaşıyor. Her geçen gün bir başka işçinin evine haciz giderken, işçilerin okul okuyan çocuklarının da psikolojik sorunları başlamış.İşçilerin anlatımlarına göre, Bayraklı Belediye Başkanı Hasan Karabağ, Yerlikaya’nın bu şirketin ortağı olduğunu ifade etmiş. Bu durumu ispatlayamayabileceklerini belirten işçiler, CHP’li Karabağ’ın bunu söylemesinin ve CHP’den bir sesin çıkmamasının da bunu doğrular nitelikte olduğuna dikkat çekiyorlar.‘CHP SÖZÜNÜ UNUTTU’İzmir’de bütün belediyelerde iktidar olan CHP’nin parti programında, tüzüğünde ve seçim propagandalarında emekçiden yana söylemlerin yer aldığını hatırlatan işçiler, ama ne hikmetse CHP’nin seçimlerden sonra programını, tüzüğünü ve seçim propagandalarını unuttuğunu söylüyorlar. Kendilerinin bu direnişte başarısız olmaları durumunda, İzmir’de diğer CHP’li belediyelerde de işçi çıkarmaların olacağını ifade eden işçiler, CHP ile seçimlerde görüşeceklerinin mesajını veriyor. Gece gündüz parkta yatıp kalkan işçilerle, yaşadıkları sorunları ve taleplerini de konuştuk.Servet Fırat: AİLEM BEŞE BÖLÜNDÜ19 yıllık işçiyim. Beş nüfuslu bir aileyim. Üç çocuğum var. Her üçü de üniversitede okuyor. Başka bir gelirimiz yok. Nasıl geçineceğimizi kara kara düşünüyoruz. Gittikçe borçlarımız artıyor. İşe geri alınıncaya kadar buradan da gitmiyoruz. Sakalımızı da kesmiyoruz. Zaten işsizlik var. Bu yaştan sonra ben nereye gideyim, nerde iş bulayım? Neden bizim işimiz elimizden alınıp da başka özel firmalara veriliyor. Yirmi yıllık belediyenin kendi şirketi kalkıp bir taşeron firmaya işimizi verdi. Yani çok büyük bir haksızlık var burada. Belediye başkanı daralmadan bahsediyor, kesinlikle öyle bir şey yok. Benim ailem beşe bölünmüş. Çocuklarım üniversitede, ben buradayım, eşim tek başına evde. Ne yapacağımızı bilmiyoruz. İnşallah sesimizi duyup da bize sahip çıkarlar.Murat Onay: CHP BİZDEN KAÇIYORBenim evim kira. Dört çocuğum okul okuyor. Şuanda bizim geçim kaynağımız sadece işsizlik sigortasından aldığımız maaş. Onun haricinde bir gelirim yok. Biliyorsunuz işsizlik maaşı da belirli bir süre veriliyor. Aşağı yukarı sekiz on aylık süreler. Ben aralık maaşını da aldıktan sonra o işsizlik sigortası maaşı da kesilecek. Geçimimizi 550 milyonla ne kadar yapabiliriz? Ancak ev kirası ve faturalar ödenir. Şuanda borç harçla evimizi geçindirmeye çalışıyoruz. İhtiyaçlarımızı bakkala, manava yazdırıyoruz, zaten et yüzü gördüğümüz yok. Bu şekilde geçiniyoruz. Biz Karşıyaka Belediyesi’nden 1 Mayıs’ta atıldıktan beri altı aylık bir direniş sergiliyoruz. Muhatap olduğumuz parti İzmir’de 29 belediyenin de elinde bulunan CHP’dir. Altı aylık süre zarfında herhangi bir CHP yöneticisi olsun, temsilcilerinden olsun bizim adımıza herhangi bir somut adım göremedik. Bizden kaçıyorlar. İdris Açıkgöz: 10 BİN TL BORCUM VARSosyal demokrat bir belediye başkanına yakışmayan bir strateji izlediler. Bu da şuanki AK Parti’nin partinin izlediği siyasetin aynısı. Arkadaşlarımızın bur çoğunun kredi kartı borcu var. Mağduruz geçinemiyoruz. Bundan dolayı çoğu arkadaşımızın yuvası dağıldı, ayrılıklar oldu. Şuanda benim iki çocuğum üniversitede okuyor. Devletten aldığım işsizlik maaşı ile iki üniversite çocuğu nasıl okutulur, bunu da kamuoyunun bilgisine sunuyorum. Benim şuanki borcum yaklaşık olarak 10 bin TL. Evde iş olmayınca aş da olmuyor, dolayısıyla sıkıntılar çekiyoruz. Eşimle çoluğumla çocuğumla, konumla komşumla tartışmalar yaşıyoruz. Bu tamamen işsizliğin vermiş olduğu bir takım sorunlar. Bankalardan evlerimize hacizler geliyor. Ahmet Kılıç: ÇOCUĞUM İÇİNE KAPANDI11 yıldır çalışıyorum. İşten çıkarıldıktan sonra bu süreçte biz ailemizle birlikte hem maddi hem de psikolojik olarak çok sıkıntı içine girdik. Evde çocuklarımızın da huzuru, düzeni bozuldu. Örneğin benim üç tane çocuğum var. En büyükleri sekizinci sınıfa gidiyor. Derslerinde gayet başarılı. Fakat geçen gün öğretmeni çağırmış, eşim gitti. Son zamanlarda Ayşenur’da değişiklikler olduğunu söylemiş. Hep içine kapanık sessiz falan. Öğretmeni bizim işten atıldığımızı biliyor. Hanım da bizim İzmir’den Ankara’ya yürüdüğümüzü, ondan etkilendiğini söylüyor. Çocuklarımızın da psikolojisi bozuldu. Zaten bizim suratımızdaki yüz ifademizden belli yani.Geçen gün burada bir televizyon çekim yaparken, ben de ailemi aradım, bu kanalda çekim var seyredin dedim. Keşke demeseydim, çünkü seyretmişler ve çocuklar ağlamışlar. Çok zor durumdayız. Maddi olarak da 550 TL işsizlik sigortası maaşı alıyoruz. Benim evim kira 350 TL kira veriyorum. Üç tane çocuk okutuyorum. Çalışan bir insan. Çok zor durumdayız. Bakkala borçlandık. Zaten çalışırken de borçluyduk, bu sefer daha da borçlandık. Bu sefer iki katı borçlandık. Ama o zaman çalışıyorduk bakkal da bu ay vermezse bir dahaki ay verir diyordu, şimdi bakkal ne diyecek, işsiz adam. Mehmet Turumlu: ÇOCUĞUMU OKULA YAZDIRAMADIMBeş yıldır çalışıyorum. Bu durum bizi çok derinden etkiledi. Çocuğumu okula yazdıramadım. Evim de kira. Kiramı da ödeyemiyorum. Altı aydır direniyoruz. Şu inancımız var kazanacağız. İşsizlik maaşı alıyoruz, yetmiyor. Gerisini tamamlayamıyoruz. Ev kiram 350 TL. Şuanda bakkala, markete gitme şansımız yok. Anlayacağınız perişanız. Söylemleriyle halkın üzerinde kendi çirkin emellerini şekillendiriyorlar. Yani iş, ekmek, özgürlük vaatleriyle hatta seçim bildirgelerinde şöyle bir şey vardı, ‘işsizliğe, örgütsüzlüğe karşı, düşük ücretle çalıştırılmaya karşı bazı önlem paketleri’. Bunlarla yerellerde insanları kandırdılar. İzmir’de bütün belediyeleri aldılar. 1 Mayıs işçi bayramında da faşizan bir tutumla bizi kapının önüne koydular.Cengiz Aydilek: ZİHNİYETİ BOZUK Bizi maddi manevi büyük etkiledi. Biz ailemizden uzağız. İşveren zihniyeti bozuk bir insan. Geldiği günden beri belediye başkanı olduğu günden beri hiçbir zaman iş barışını sağlayamadı. Bir mayıs günü bize büyük acılar çektirdi. Ramazan bayramında da yollardaydık. Benim yeni doğan çocuğum var. Haklı olduğumuz için direniyoruz. Geçinmemiz zor oluyor borçlanıyoruz. Biz yollardayız, ailemiz orada. İster istemez maddi manevi olarak zor durumdayız. İşten çıkarılırken aldığımız tazminatlarımız da banka borçlarına gitti. Banka paraların hepsini kesti. Çözülene kadar bekliyoruz. Genel-İş İzmir 5 Nolu Şube Mali Sekreteri. Cenan Ünal:Arkadaşlarımız ciddi şekilde bir enkaz altındalar. Önümüzdeki üç beş ay içerisinde hem ailelerinde hem çocuklarında hem de kendilerinde ciddi psikolojik sıkıntıların yaşanacağı şimdiden görülüyor. CHP bir an önce duyarlılık gösterip bu insanların mağduriyetini gidermelidir. Belediye ranta dönük bir belediyecilik mantalitesinde olduğu için bunu yaptı. Bir arkadaşımıza biraz önce evinden telefon geldi saat 15.30’a kadar parayı göndermezse haciz memurları evde işlem başlatacaklar. Bu arkadaşımız şuanda burada değil, bankaya gitti. Aramızda para toplayıp arkadaşımızı kurtarmaya çalışıyoruz. Bugün bir arkadaşımızı kurtardık bu şekilde diğerlerini ne yapacağız? Bir arkadaşımız yedi defa böbrek ameliyatı geçirdi, iki kez daha geçirmesi gerekiyor. Ama işten atıldı. İşkurun gösterdiği tedavi yöntemleriyle kendini tedavi ettirmesi mümkün değil. Açık açık ölüme giden bir yolda arkadaşlarımız. ANF NEWS AGENCY

DTP'nin açıklamasına faşist saldırı 0 Kommentare


DTP Elazığ İl Örgütü'nün, barış gruplarının Türkiye'ye gelişine ilişkin ve Fırat Üniversitesi'nde (FÜ) Kürt öğrencilere yapılan saldırıları kınamak amacıyla yaptığı basın açıklamasına bir grup ülkücü tarafından saldırı düzenlendi.DTP Elazığ İl Örgütü, Kürt halk Önderi Abdullah Öcalan'ın çağrısı üzerine Mahmur'dan ve Kandil'den Türkiye'ye gelen barış grupları ve önceki gün Fırat Üniversitesi'nde Kürt öğrencilere yapılan saldırıya ilişkin Hozat Garajı'nda basın açıklaması yapmak istedi. DTP Merkez ilçe Başkanı Mehmet Kılıçtepe'nin, basın metnini okumaya başlaması esnasında bir gurup ülkücü DTP'lilere saldırdı. Saldırı esnasında çevredeki esnaf ve vatandaşların DTP'lileri sahiplenmesi dikkat çekti. Çevredeki vatandaş ve esnafın ülkücü gurubun üzerine yürümesi sonucu saldırganlar polis tarafından olay yerinden uzaklaştırıldı. Çevredeki vatandaşlar ve DTP'liler tarafından 'Baskılar bizi yıldıramaz', 'Faşizme karşı omuz omuza' sloganları atıldı. Daha sonra basın açıklamasına devam etmek isteyen DTP'lilere polis engel oldu.Polisin uzaklaştırdığı ülkücü grubun ise, postane meydanında yüzlerce kişiyle protesto eylemi yaptığı bildirildi.DİHA

Cumartesi Anneleri: Vicdanın varsa havanla ölümleri durdur 0 Kommentare


Yakınlarını gözaltında ya da faili meçhul şekilde kaybeden Cumartesi Anneleri'nin başlattığı eylem 239. haftasına girdi. Bölgede yaşanan gelişmeleri ve Başbakan Erdoğan'ın açılım konusundaki söylemlerini hatırlatan Cumartesi Anneleri Üyesi Hanım Tosun, 'Artık yeter, madem ki anaların gözyaşı akmasın diyorsun, madem ki samimisin, vicdanın varsa neden çocuklar havan topuyla ölüyor. Vicdanın varsa ölümleri durdur.' diye seslendi.Galatasaray Lisesi önünde 239. kez bir araya gelen ve 'Failler belli kayıplar nerede' yazılı pankart ile gözaltında hayatını kaybedenlerin resimlerini taşıyan Cumartesi Anneleri, bir kez daha adalet talebinde bulundu.1993'de eşi Fehmi Tosun gözaltında hayatını kaybeden Hanım Tosun, 'Yeter artık, siz bir gün bu döktüğünüz Kürtlerin kanında boğulacaksınız. Bize bir mezar taşı gösterin artık. Erdoğan, senin gözlerin kör mü? 12 yaşındaki çocuk neden havan topuyla öldürülüyor. Neden 18 aylık bebek gaz bombasıyla öldürülüyor. Eğer TC devleti demokrasiden bahsediyorsa bu kayıplarla ilgili bize bilgi versin, bizden özür dilesin' şeklinde konuştu.Babası Ahmet Kaya'nın gözaltına alındıktan sonra işkence edildiğini ve daha sonra bir minibüse bindirilerek uçurumdan bırakıldığını ifade eden Emine Erkmen de barış talebinde bulundu. Erkmen, Türk annelerine de kendilerine el uzatmaları çağrısında bulundu.Kayıp yakınları adına haftanın metnini okuyan İHD Kayıplara Karşı Komisyon Üyesi Sebla Arcan ise bu hafta Lütfiye Kaçar dosyasının Ergenekon davası kapsamına alınarak dava açılmasını istedi.Türkiye'nin yıllarca inkar ettiği JİTEM davalarından Türkiye'nin defalarca AİHM'de mahkum olduğunu hatırlatan Arcan, 'Bu güne kadar devletin kayıplar konusundaki tavrı hep 'Bilmedim görmedim, duymadım' şeklinde oldu. Emniyet ve askeri yetkililer başvurularımızı asılsız olarak değerlendirdi' dedi.Abdulkadir Aygan ve diğer JİTEM elemanlarının anlatımlarını hatırlatan Arcan, 'bizler gözaltında kaybedilen evlatlarımızın sesi olmaya devam edeceğiz. Susmayacağız, vazgeçmeyeceğiz. 1959 Manisa doğumlu Lütfiye Kaçar, devlet tarafından sosyalist kimliğiyle tanınan biriydi. Bu nedenle önce işkence görmüş ve tutuklanmıştı. Cezaevinden çıktıktan iki yıl sonra 5 Ekim 1994'te gözaltına alınarak kaybedildi' diye konuştu.Dönemin Cumhurbaşkanı Demirel, Başbakan Çiller, Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar, İstanbul Valisi Hayri Kozakçıoğlu ve İstanbul Emniyet Müdürü Necdet Menzir'in Kaçar ölümünden sorumlu olduklarını sözlerine ekleyen Arcan, tüm sorumluların yargılanması talebinde bulundu.Açıklamadan sonra kısa bir süre sessizce oturan kayıp yakınları, daha sonra sessizce dağıldı.ANF

Avrupa grubunun Türkiye'ye gidişi ertelendi 0 Kommentare

KCK Yürütme Konseyi Üyesi Zübeyir Aydar, Avrupa'dan 28 Ekim'de Türkiye'ye gitmesi beklenen grubun gidiş tarihini ertelediklerini açıkladı.Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın grubun girişinin ertelendiğini Roj TV Kürtçe haber bülteninde değerlendiren KCK Yürütme Konseyi Üyesi Zübeyir Aydar, yolun kapatıldığını belirterek, grubun gidişini belirsiz bir tarihe ertelediklerini söyledi.Aydar, 'Grubun gidişini belirsiz bir tarihe erteliyoruz. Biz grubu göndermeyeceğiz. Duruma göre yeniden değerlendireceğiz' dedi.Aydar grubun 27 Ekim'de Brüksel'de planlanan basın toplantısını yapacağını sözlerine ekledi. Aydar, yaşanan tıkanmanın Türk devletinden kaynaklandığını belirterek, bu yaklaşımlarını gözden geçirmeye çağırdı.ANF

Barış grubu: Kimliğimizle siyaset yapmak istiyoruz 0 Kommentare



PKK lideri Abdullah Öcalan'ın çağrısı üzerine Türkiye'ye gelen Maxmur ve Kandil barış grupları, Habur Sınır Kapısı'nda toplanan onbinlerce kişiyle buluşurken, burada konuşan Kandil barış grubu üyesi M. Şerif Gençdağ, barış için yola devam edeceklerini belirtti. Gençdağ, amaçlarının Kürt sorununun demokratik yöntemlerle çözümüyle birlikte ülkelerinde kendi kimlikleriyle siyaset yapmak istediklerini söyledi.Abdullah Öcalan'ın çağrısı üzerine Türkiye'ye gelen 34 kişilik Maxmur ve Kandil barış grupları, onbinlerle buluştuktan sonra ilk mesajlarını verdi. DTP otobüsünden vatandaşlara seslenen DTP Eşbaşkanı Ahmet Türk, 'Bu mücadele için sizi kutluyorum. Vaktimiz yok, çok konuşmayacağım. Halkımız her yerde bizi bekliyor' diyerek konuşmasını sonlandırdı.Türk'ün ardından konuşan Kandil'den gelen barış grubunda yer alan M. Şerif Gençdağ, şunları belirtti: 'Kahraman halkımız, siz bu mücadeleyi buraya kadar getirdiniz. Siz Kandil'de bir halk yarattınız. Önderliğiniz ve Başkan Apo'nun çağrısı üzerine geldik. Bu yolda sadece biz değil, hepiniz yüreğinizle varsınız. Hepiniz Önderliğiniz için günlerdir bizi bekliyorsunuz. Bu onurlu bir barış ve onurlu bir duruştur. Yürüyüşümüzün amacı Kürt sorununun demokratik barışçıl yollardan çözümüdür. Ülkemizde kendi kimliğimiz ile siyaset yapmak istiyoruz. Barış kendiliğinden gelmeyecektir. Vereceğiniz mücadele sonucunda gelecektir. Amacımıza ulaşıncaya kadar yürüyeceğiz.'Gençdağ'ın konuşması sık sık 'Bijî serok Apo' ve 'PKK halktır halk burada' sloganlarıyla kesildi. M. Şerif Gençdağ'ın ardından Maxmur Barış Grubu adına konuşan Bülent Aka ise, Habur Sınır Kapısı'nda yazılı bulunan Atatürk'ün 'Yurtta sulh, cihanda sulh' sözüne katıldıklarını söyledi.
Diyarbakır'a hareket ettilerHabur Sınır Kapısı'nda yaşanan tarihi anın ardından, 34 kişilik barış grupları üyelerinin bulunduğu DTP otobüsü ile onbinlerce kişi Silopi ilçe merkezine hareket etti. Buradan çıkacak barış grupları üyeleri, DTP Eşbaşkanları, milletvekilleri, belediye başkanlarının bulunacağı binlerce araçtan oluşan konvoyla, Cizre, Nusaybin, Kızıltepe, Çınar'dan sonra Diyarbakır'a gelecek. Konvoyun geçeceği güzergahlarda binlerce kişi tarafından karşılanacağı bildirildi.Barış grupları Diyarbakir'da kitlesel karşılanacak
DTP Diyarbakır İl Örgütü, 34 kişilik barış grupları Batıkent Meydanı'nda kitlesel karşılama töreni hazırlayacak. Konuya ilişkin bilgi veren DTP Diyarbakır İl Başkan Yardımcısı Cafer Kan, barış grubunun Batıkent Meydanı'na gelerek, burada halkı selamlayacağını kaydetti. Kan, saat 19.00'da kitlenin alanda toplanmaya başlayacağını belirtti.

Ahmet Türk: Devlet bir adım atarsa PKK 10 adım atar 0 Kommentare


DTP Eşbaşkanı Türk, barış gruplarının niçin gönderildiğinin doğru değerlendirilmesi gerektiğini kaydederek, 'İnanıyoruz ki devlet bir adım atarsa PKK on adım atar' dedi.DTP Eşbaşkanları Ahmet Türk ve Emine Ayna, Şırnak'ın Silopi ilçesinde basın toplantısı düzenledi. Ahmet Türk 'Türkiye'nin en hassas ve en can alıcı sorununun tartışmaya açılmış olmasını bile çok önemsiyoruz. Beklentimiz ortak aklın ortaya çıkmasıdır' şeklinde konuştu.'Bazı çevreler ve malum siyasi partiler ırkçılığa milliyetçiliğe gönderme yaparak ve siyasi hesaplarını bunun üzerine kurarak süreci sabote etmeye çalışmaktadır' diyen Türk, 'Hükümet bu karşı duruşun etkisinde kalarak savrulmuş tavizkar davranmış bu toplumda barış umutlarının azalmasına neden olmuş, tasfiye mantığını öne çıkarmıştır' ifadelerini kullandı.Barış grupları samimiyetin göstergesiBarış gruplarının samimiyetin göstergesi olduğunu kaydeden Türk şunları söyledi: 'Bu aşamada demokratik siyasetin tıkandığını gören Sayın Öcalan üç barış grubunu, Kandil, Mahmur ve Avrupa olmak üzere Türkiye'ye gelmesine öncülük etmiş, PKK da bu karar uyarak barış konusunda samimiyetini göstermiştir.'Türk, Bugün gelinen nokta muhatap alınması halinde gelişebilecek çözümlerin en büyük göstergesidir. Barışa katkı yapabilmek için bir çaba içinde olduğunu herkesin görmesi gerekir artık' diye kaydetti.Ateşkeslere rağmen devletin cevabının değişmediğini ve şiddet politikalarını devam ettiğini dile getiren Ahmet Türk, 1999 yılından bu yana PKK ve lideri Sayın Öcalan ısrarlarını sık sık dile getirmekte barış gruplarını göndererek ateşkes ilan ederek bu samimiyetlerini açık şekilde oryaya koymaktadır. Ancak bugüne kadar devletin bu yaklaşımlara cevabı değişmemiş ve şiddet politikaları maalesef devam etmiştir. 29 Mart seçimlerinden sonra PKK eylemsizlik kararı alırken diğer yandan Kürt sorununun çözüm tartışmalarını de geliştirdi' şeklinde konuştu.Devlet bir adım atarsa PKK 10 adım atar'Ne yazık ki, hükümet bunu çok iyi değerlendiremedi. Açılım tartışmaları 7 aydır çok yoğun şekilde işleniyor yaşanıyor. Ama görünen o ki tartışmaya başladığımız noktadayız' diyen Ahmet Türk şu mesajları verdi:'Demokratik siyaset kanallarının açılmasının görülmesi gereken bu dönemde bu kadar olumlu atmosfere rağmen hiç bir adımın atılamaması siyasetin tıkanmasına neden olmuştur. Bu tıkanıklık çözümün olacağına dair umudur kırmakta gerilimin artmasına neden olmaktadır. Burada oluş nedenimiz bu tıkanıklığın aşılmasıdır.Bugün eğer istersek burada ölümlerin duracağı barışın filizleneceği bir süreci başlatabiliriz. PKK bunun ilk adımını yine attı, devletinde buna karşı operasyonları durdurması en büyük güven hareketi olacaktır.Barış gruplarının niçin gönderildiğinin doğru değerlendirilmesi gerekir. İnanıyoruz ki devlet bir adım atarsa PKK on adım atar.'Teslim oldular diye yaklaşılmamalıGelen Barış Grubuna 'Teslim oldular, bittiler mantığıyla yaklaşılmamalı' diyen Türk, barış gurubu üyelerinin tutuklanmamalarını istedi. Türk, 'Herkes sorumlu davranmak zorundadır. Geçmiş hatalardan ders çıkarılmalı. Tutuklanmayacaklarını, sürecin kesintiye uğramayacağını halk umut etmektedir. Serbest kalmaları durumunda neden geldiklerini hükümete iletecek olmalarının ne kadar anlamlı olacağını belirtmek isteriz' diye konuştu.ANF

Barış Grupları Türkiye'ye giriş yaptı 0 Kommentare


Kandil ve Maxmur'dan gelen 34 kişilik barış ve demokratik çözüm grubu İbrahim Halil Kapısı'ndaki işlemlerin ardından Türkiye'ye giriş yaptı.Halil İbrahim Sınır Kapısı'nda Federal Kürdistan Bölgesi yetkilileri ile görüşen barış gruplarından 3 kişilik heyetin Türkiye tarafında merkez valisinin de bulunduğu yetkililer ile yaptığı görüşmenin ardından Türkiye tarafına geçti. Yanında getirdikleri mektup ile beraber Federal Kürdistan Bölge yetkililerinin tahsis ettiği iki otobüsle sınır köprüsünü geçti. Milletvekilleri ve avukatlarda grupları karşılamak için sınırda bekliyor. Grup üyelerinin sağlık kontrolünden geçirildikten sonra, savcılar tarafından ifadelerinin alınması bekleniyor.Öte yandan grupları karışlamak için sınıra giden, 1999 yılında Öcalan'ın çağrısı üzerine Kandil ve Avrupa'dan Türkiye'ye gelen birinci ve ikinci barış grupları üyeleri, içeri alınmadı. Grupları karşılamak için birçok ilden gelen ve aralarında barış grubu üyelerinin ailelerinin de bulunduğu yüzbini aşkın kişinin de TIR Garajı'ndaki bekleyişi sürüyor.İşte Barış ve Demokratik Çözüm Grupları'nın talepleri!Kandil ve Maxmur Mülteci Kampı'ndan Türkiye'ye giriş yapan Barış ve Demokratik Çözüm Grubu, taleplerini içeren bir mektubu da yetkililere vermek üzere beraberinde getirdiler. Türkiye Cumhuriyeti yetkilileri, Türkiye hakları ve demokratik kamuoyuna yönelik olarak hazırlanan mektupta 9 madde halinde Kürtlerin dil, kültür ve kimlik talepleri yer alıyor.İşte Barış ve Demokratik Çözüm Grubu'nun mesajını ve taleplerini içeren mektup:Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Sayın Yetkililerine,Türkiye Halklarına Ve Demokratik Komuoyuna,Bizler, Kürt sorunun çözümü, onurlu bir barış ve Türkiye'nin demokratikleştirilmesi için başlatılan süreçteki tıkanıklığın önünü açarak sürecin gerçek bir barışla sonuçlanması için, Kürt Halk Önderi sayın Abdullah Öcalan'ın tarihi çağrısı üzerine, bu sürece mütevazi bir katkı sunmak için Türkiye'ye gelme kararını veren barış grubuyuz.Gelişimizin, 221. Maddeden yararlanma gibi bir amacı yoktur. Başta akan kanın durması, anaların ağlamaması ve barış içinde ortak yaşam zeminini güçlendirmek amacıyla kendi özgür irademizle yola çıktık. Bu adımımızda da görüldüğü gibi, sorunun kaynağı değil, çözümün tarafıyız.Türkiye çok önemli ve kritik bir süreçten geçmektedir. 29 Mart yerel seçimleri ardından gelişen demokratik açılım tartışmaları önemli bir düzeye ulaşmış bulunmaktadır. Önder Abdullah Öcalan'ın hazırlayıp sunduğu YOL HARİTASI verilmemiş olsa da yarattığı tartışma ekseni ve devlet yetkililerinin de bazı olumlu açıklamaları barış ve demokratik çözüm umutları güçlendirmiştir.Geniş kesimlerin henüz sınırlı bir düzeyde de olsa tartışma ortamına katılımları bile devleti ve toplumuyla Türkiye'nin, ciddi demokratikleşme, uzlaşı ve birbirinin haklarına saygı duyma ihtiyacının olduğunu açığa çıkarmıştır. Kürt Özgürlük Hareketinin büyük fedakârlıklarla tek taraflı eylemsizlik durumunu sürdürdüğü bir ortamda yürütülen tartışmalarla Türkiye toplumu Kürt toplumsal olgusu ve sorunuyla bir yüzleşme sürecine girmiştir. Bu gelişmeler Türkiye'nin demokratikleşmesini ve Kürt sorununun barışçıl ve demokratik çözümünü esas gündem haline getirmiştir. Türk ve Kürt toplumlarında sorunların şiddet temelinde çözülemeyeceği kanaati iyice hakim hale gelerek, sorunların çözüm yöntemi olarak demokratik siyasetin işletilmesinin önemi çarpıcı bir biçimde netleşmiştir.Biz barış için yola çıkan grup olarak tam da böylesi bir ortamda barış ve demokratikleşme sürecinin büyük bir ciddiyet, anlayış ve yaratıcı çözüm yöntemleriyle ilerletilmesi gerektiğine inanıyoruz. Türkiye'deki gelişmeler bunun için her zamankinden daha fazla imkân ve fırsat sunmaktadır. Kürt sorunun demokratik çözümü aynı zamanda bölgede de demokrasinin ve istikrarın anahtarı rolünü oynayacaktır. Bunun hayat bulması için, başta sorumlu güçler olmak üzere herkesin yüksek bir duyarlılık, özveri ve katılımla birlik içinde çaba harcayacağı umudunu taşıyoruz.Tabi ki koşullar ne kadar uygun ve elverişli olursa olsun, barış ve demokrasinin kendiliğinden gerçekleşmeyeceğini de biliyoruz. Özellikle Türkiye'nin demokratikleşmesini ve Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümünü engellemek için yoğun çaba harcayan şoven, milliyetçi, çıkarcı ve rantçı çevrelerin varlığı, barış mücadelesinin ne kadar zorlu olduğunu ortaya koymaktadır. Bu güçlerin geliştirdiği çok yönlü saldırılarla demokratikleşmenin önü kesilerek Kürt sorununun demokratik çözümü engellenmek istenmektedir. Bu da “demokratik açılım” sürecinin başarıyla geliştirilmesinin önünde ciddi bir tehdit ve tıkanıklık oluşturmaktadır.Bu engelleri ve tıkanıklıkları aşıp tehditleri bertaraf edebilmek amacıyla sayın Abdullah Öcalan, yeni barış ve demokratik çözüm gruplarının Türkiye'ye gelmesi için çağrı yapmıştır. Önderimizin bu çağrısına cevap olmak için özgür irademizle barış elçisi olarak Türkiye'ye gelme kararı almış bulunuyoruz. Bu gelişimizin diğer bir nedeni de, hala üstü örtülmeye çalışılan gerçeklerin açığa çıkarılarak, toplumlarımızın tarihte olduğu gibi ortak yaşamı geliştirmenin zeminini daha da güçlendirmektir.Bazılarımız, Kürt sorununun çözümsüzlüğünden ve yürütülen yanlış politikaların ağır sonuçlarını anı anına yaşayan Maxmur halkını temsil ediyoruz. 90'lı yıllarda köylerimiz dönemin Türk devlet güçleri tarafından uçak ve toplarla vurulması sonucunda, yakılıp-yıkıldı. Tüm bu saldırılardan korunmak amacıyla üzerinde doğup-büyüdüğümüz topraklardan göç etmek zorunda kalarak yıllarca en amansız koşullarda yaşam mücadelesi verdik. Birçoğumuzun yakınları uygulanan bu yanlış politikalar sonucu yaşamını yitirdi. Birçoğu da, dönemin devletin yetkilileri tarafından “faili meçhul” biçimde katledildi. Bu yakınlarımızın nasıl katledildiğini, cenazelerinin nerede olduğunu da hala bilmiyoruz. Binlercesi sakat bırakıldı. Yine yüzlerce yakınımız da, hala cezaevlerinde bulunmaktadır. Yaşanan sürecin tüm acı ve sıkıntılarını yaşamış Maxmur halkı olarak, tüm bu nedenlerden dolayı belki de bizim kadar hiç kimse kendi kimliğiyle özgürce ve barış içinde yaşamayı yürekten isteyemez.Bazılarımız ise, Kürt sorunun çözümsüzlüğün sonucu olarak yaşanan haksızlıkları, adaletsizlikleri ortadan kaldırmak, Kürt sorununun demokratik çözümü ve halklarımız arasında eşit-özgür ve kardeşçe bir yaşamın gerçekleştirilmek için, yıllarca dağlarda en zorlu koşullarda ağır bedeller ödeyerek onurlu bir kimlik ve özgürlük mücadelesi yürüttük. Bu bizim var olma gerekçemiz oldu.Her çatışmalı sürecin bir diyalog, uzlaşma ve barışçıl çözümü de olmalıdır. Sorun anlaşıldıktan ve çözümü tartışılmaya başlandıktan sonra, çatışmayı karşılıklı olarak yürütmek değil, diyalog ile barışçıl çözüme ulaşma arayışında olmayı daha ahlaki ve ilkesel buluyoruz. Barışı ancak ve ancak ona inanların gerçekleştireceğine inanıyoruz. Benzer çatışmalı süreçleri yaşayan toplumlar nasıl ki, sorunlarını müzakere yoluyla çözdülerse, bizler de kendi özgünlüğümüzde ve aramızda sorunu uygar yol-yöntemlerle çözebiliriz.Bu nedenle de bizler kimi ciddi engelleri olsa da, başlatılan süreçte mevcut durumda yaşanan tıkanıklıkları aşmayı önemli bir görev olarak görüyoruz. Bu sorumluluk bilinciyle sürecin ilerletilmesi için Önderliğimizin çağrısına, halklarımızın barış umutlarına ve özgürce birlikte yaşama arayışına cevap olmak istiyoruz.Bu adımımızla Kürt sorununa barışçıl ve demokratik siyasi çözümün önünü açmak ve demokratik siyaseti işlevsel kılınmasını talep ediyoruz. Daha önce yaşanan benzer deneyimlerde olumsuz yaklaşıma rağmen atmış olduğumuz bu adımla Kürt halkının ve Önderinin barış ve demokratik çözümde ne denli kararlı, iyi niyetli ve ısrarlı olduğunu bir kez daha ortaya koymuş oluyoruz.Tüm ilgili, barışsever kesimlerin attığımız bu barış adımına gereken değeri vererek, anlam biçeceğine ve onurlu bir barış yaklaşımına destek sunacağına inanıyoruz. Ve bu inancımızın bir sonucu olarak bu fedakarlığı göstererek ödenmesi gereken bedel ne ise ödemeye hazır olduğumuzu da belirtmek istiyoruz.Türk devlet yetkililerinin ve tüm barışseverlerin attığımız bu adımlar karşısında gereken sorumlulukla hareket edeceklerine inanıyoruz.Kısaca ve özce ortaya koyduğumuz mesajlarımızın pratikte hayat bulması ve ortak yaşam koşullarının olgunlaşması için en öncelikli taleplerimizi şöyle sıralayabiliriz;1-Önder Abdullah Öcalan'ın hazırladığı Kürt sorununun barışçıl ve demokratik siyasi çözümü için YOL HARİTASININ ilgili muhataplarına verilmesini ve tüm kamuoyuna açıklanması,2-Askeri ve siyasi alana dönük operasyonların durdurulmasını ve Kürt sorununun barışçıl ve demokratik siyasi çözümünün önünün açılmasını ve bu çözümün Türkiye'nin gerçek anlamda demokratikleşmesine bağlı olarak Kürt halkının özgür iradesini esas alma temelinde diyalog ve müzakere yöntemiyle gerçekleştirilmesini,3-Türkiye demokratik ulusunun bir parçası olarak Kürt halk kimliğimiz temelinde ve anayasal güvenceye sahip olarak özgür, eşit ve birlikte yaşamak,4-Anadilimiz olan Kürtçeyi her yerde özgürce konuşmak, öğrenmek, geliştirmek ve tarihi değerlerimizi, kültürümüzü ve coğrafyamızı anadilimizde yaşamak,5-Çocuklarımızı Kürtçe adlandırmak, Kürtçe eğitmek ve büyütmek,6-Kürt halkı olarak tarihimizi, kültürümüzü, sanat ve edebiyatımızı özgürce yaşamak, geliştirmek ve korumak,7-Kendi kimliğimizle demokratik toplumsal örgütlenmemizi geliştirmek, demokratik siyaset yapmak ve kendimizi özgürce ifade etmek,8-Kürdistan'ın köy, kasaba ve şehirlerinde özel harekatçı, korucu ve polisin baskı ve zulmünden uzak, yeterli imkanlara kavuşmuş ve güvenlik içinde yaşamak,9-Türkiye'nin demokratikleşmesini ve bunun için sivil-demokratik bir anayasanın hazırlanmasını istiyoruz.Bu taleplerimiz temelinde, Kürt sorununun demokratik çözümünü, Türkiye'de barış ve demokrasi isteyen herkesle tartışmak ve birlikte çalışmak için bu adımı atıyoruz. Biz bu adımımızla tarihi yaşamaya geliyoruz. Adımımızın başarılı olacağına inanıyor ve bu temelde tüm barışseverleri saygıyla selamlıyoruz.Barış ve Demokratik Çözüm GrubuANF

İran Kandil köylerini katyuşalarla bombaladı 0 Kommentare


KANDİL - İran ordusu Kandil’deki köyleri havan, obüs ve katyuşalarla bombaladı. En az 6 köye düzenlenen saldırıda, köylülere ait bağ ve bahçeler zarar gördü, onlarca hayvan telef oldu.İran ordusun dün saat 10.30 ile 13.30 arasında gerillanın denetimindeki alanlarda bulunan köyleri top atışına tuttu. Şaroş, Kaskan, Pişteşan, Sînemoka, Sergenî ve Suredê köyleri havan, obüs ve katyuşalarla şiddetli bir şekilde bombalandı. Bombardıman sırasında köylüler hızlı bir şekilde kendilerini güvende hissettikleri yerlere sığındılar. Saldırıda can kaybı olmadı ancak bağ ve bahçelerde ciddi maddi zararlar yaşandı, çok sayıda hayvan telef oldu. Özellikle de Şaroş köyünde 3 obüs topu küçük baş hayvanların arasına düştü. Resul Şaroşi isimli köylüye ait 80 kadar hayvan telef oldu. İran topçu birlikleri 13 Ekim günü de saat 11.30 ile 12.30 arasında Kandil’i şiddetli bir şekilde bombalamıştı. Bombalanan alanlarda yangın çıkmıştı. ANF NEWS AGENCY

Öcalan: İki barış grubu Türkiye’ye gelebilir 0 Kommentare


Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, demokratik siyasette ciddi bir tıkanma yaşandığını belirterek, sürecin önünün açılması için Barış Grupları benzeri iki grubun Türkiye’ye gelebileceğini açıkladı.Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, sürecin önünün açılması için şu öneride bulundu: “Demokratik siyasette ciddi bir tıkanma yaşanmaktadır. Bu durum beraberinde hukuki, sosyal, kültürel ve askeri alanları da tıkamaktadır. Kürt Sorununa ilişkin yaşanan tıkanmışlığı aşmak; çözümün, demokratik siyasetin önünü açmak gerekiyor. Bunun için önerim; Daha önce gelen Barış grupları benzeri, Avrupa'dan ve yine içerisinde Mahmur"dan halkımızın da bulunduğu Güneyden olmak üzere iki grubun; Kürtlerin bu ülkede nasıl yaşayacaklarını, birlikte yaşayabilmenin zorunlu prensiplerini ortaya koymak, Kürtlerin demokratik hak ve özgürlüklerine ilişkin temel isteklerini tartışmak üzere Türkiye'ye gelmesidir. Bu gruplar başta TBMM olmak üzere Türkiye'deki tüm çevrelere giderek, iki halkın birlikte yürümesi için olmazsa olmaz niteliğindeki temel talepleri dile getirmelidirler.Türkiye’nin tüm aydınlarını, demokratik sivil toplum örgütlerini, siyasi partileri, barıştan yana tüm kesimleri de demokratik siyasetin ve müzakerenin başarıya ulaşması için katkı sunmaya davet ediyorum”BARIŞ GRUPLARIPKK Lideri Abdullah Öcalan, Kenya'dan Türkiye'ye getirildikten sonra 2 Ağustos 1999 tarihinde yaptığı bir çağrı ile PKK güçlerini sınır dışına çıkarmış, 22 Eylül 1999 tarihinde de "Demokratik cumhuriyete destek ve iyi niyet adımı" olarak bir grup PKK'linin Türkiye'ye gelmesini istemişti. Bunun üzerine 1 Ekim 1999 tarihinde Ali Sapan, Seydi Fırat, M. Şirin Tunç, İsmet Baycan, Sohbet Şen, Yüksel Genç, Yaşar Temur ve Gülten Uçar'dan oluşturulan Birinci Barış ve Demokratik Çözüm Grubu, Geli Şîn köyünden Türkiye'ye giriş yapmıştı. Gözaltına alınan 8 kişilik birinci barış grubu üyeleri, 2 Ekim'de tutuklanarak Muş E Tipi Cezaevi'ne gönderilmişti. Barış grubu üyeleri yargılandıkları Van DGM'de "Örgüt üyesi olmak" ile cezalandırılmıştı. Ancak atılan adımlara devlet karşılık vermedi.Öcalan, daha sonra barış ve uzlaşma ortamının yaratılması için ikinci bir barış grubu çağrısı yaptı. 2. Barış ve Demokratik Çözüm Grubu adına Haydar Ergül, Ali Şükran Aktaş, Aygül Bidav, İmam Canpolat, Yusuf Kıyak, Aysel Doğan, Hacı Çelik ve Dilek Kurt 29 Ekim 1999 tarihinde Avusturya'nın başkenti Viyana'dan havayoluyla Türkiye'ye geldi. Gelen ikinci barış grubu üyeleri de gözaltına alınarak tutuklandı. İstanbul DGM'de eski TCK'nin 168/2 maddesinden yargılanan 8 kişiye, 7 ile 15 yıl arasında değişen hapis cezaları verildi. Dağdan gelen Birinci Barış Grubu'nda bulunan İsmet Baycan, tutuklu bulunduğu Muş E Tipi Kapalı Cezaevi'nde 24 Mayıs 2003 tarihinde geçirdiği kalp krizi sonucu yaşamını yitirmişti. Dağdan ve Avrupa'dan gelen iki barış grubu üyesi 16 kişiden 13'ü değişik tarihlerde cezaevinden çıktı. İkinci Barış Grubu üyelerinden Haydar Ergül ve Hacı Çelik ise, hapis cezalarının sona ermesine rağmen bulundukları Kandıra F Tipi Cezaevi yönetimi tarafından verilen disiplin cezaları nedeniyle 3 yılık infazları yakıldığı için henüz tahliye edilmedi. ANF NEWS AGENCY

'Gezme Ceylan bu dağlarda seni avlarlar' 0 Kommentare


İSTANBUL - Askeri taburdan atılan silahla hayatını kaybeden Ceylan Önkol (12) için binlerce kişi İstiklal Caddesi'nde yürüyüş yaptı. Binlerce kişinin hep bir ağızdan "Gezme Ceylan bu dağlarda seni avlarlar" parçasını söylediği eylemde, bölgedeki çatışmalı ortamda yaşanan çocuk ölümleri karşısında büyük bir kamuoyu tavrının gösterilmemesi eleştirildi. İstanbul'da çok sayıda sivil toplum örgütü ve siyasi partinin de aralarında bulunduğu binlerce kişi Diyarbakır'ın Lice İlçesi'nde askeri taburdan atılan silahla öldürüldüğü belirtilen Ceylan Önkol için Galatasaray Meydanı'nda bir araya geldi. Kendilerine "Ceylan Önkol İnisiyatifi" adını veren gruba, İlkay Akkaya, Yasemin Göksu, Zeynep Tanbay'ın bulunduğu çok sayıda sanatçı da destek verdi.Yürüyüşte, Ceylan Önkol'un fotoğrafları ile "Gezme Ceylan bu dağlarda seni avlarlar", "Ceylanı öldüren militarizm", "Gerçekleri söyleyin, Ceylan bir patlayıcı ile öldü ama.. " dövizleri taşındı. Yürüyüşte, ayrıca "Kaza değil cinayet sorumlular yargılansın", "Ceylanı öldüren militarizm susma militarizmi sorgula" yazılı pankartlar açılarak, sık sık "Ceylan'ın hesabı sorulacak", "Kürt halkına özgürlük", "Hepimiz Kürdüz hepimiz DTP'liyiz", "İlker Başbuğ çeneni kapa", "Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiç birimiz" sloganları atıldı.İnisiyatif üyeleri çaldıkları düdük ve trampetlerle de Ceylan'ın ölümünü protesto etti.'GERÇEKLER GİZLENİYOR'Galatasaray Meydanı'nda yapılan yürüyüş öncesinde konuşan insan hakları savunucusu Eren Keskin, "Coğrafyamızda süren savaşta yıllar içinde bir çok çocuk yaşamını yitirdi. Ancak çocuk ölümleri karşısında savaştan beslenen militarist sistemi sorgulayacak kadar büyüyen bir kamuoyu tavrı gösterilemedi" dedi.Genelkurmay Başkanlığı'nın Ceylan'ın ölümünün ardından yatan gerçekleri gizlemeye çalıştığını savunan Keskin, "Bir kez daha 'devlet resmi bilirkişileri' olayı 'içinden çıkılmaz' hale getirmeyi amaçlayan bir rapor düzenlediler. Ve Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi'ne imza atan bir devletin Başbakanı komşu coğrafyalarda öldürülen çocuklar için gösterdiği tavrı Ceylan için çok gördü" diye konuştu.Keskin, şöyle devam etti: "Ceylan'ın fotoğrafından bizlere yansıyan o kocaman gözleri bu olayı sorgulamayı bizler için zorunlu kılıyor. Kürt sorununda çözümsüzlük politikaları üreten militaristler, hep savaşla beslendiler. Kimliği ne olursa olsun evlere gelen çocuk cenazeleri üzerinden kendilerini var etmeye çalıştılar. Hayatın her alanına müdahale eden, karar verme hakkımızı elimizden alan militarizmi sorgulayın." 'HEP BİRLİKTE SÖYLEDİER'Açıklamanın ardından İlkay Akkaya ve Yasemin Göksu "Gezme Ceylan bu dağlarda seni avlarlar" adlı parçayı eyleme katılan binlerce kişi ile hep birlikte söyledi. Açıklamanın ardından kitle önce Tünel Meydanı'na doğru insan zinciri oluşturdu. Burada yeniden kortej oluşturan kitleye caddeden geçen vatandaşlar ve esnaflar da alkışlarla destek verirken yürüyüş Taksim Tramvay durağına kadar sürdü. Cadde üzerinde oturma eyleminde olan Barış Anneleri İnisiyatifi Üyesi Sultan Bozkurt, "Halklar ele el vermediği sürece bu ölümler devam edecek. Ölümleri artık durduralım" dedi. ^'ÇETE DEVLETİ'Binlerce kişi, yürüyüş boyunca sık sık Uğur Kaymaz, Ceylan Önkol gibi hayatını kaybeden çocukların isimlerini haykırdı. Taksim Tramvay durağında Ceylan'ın öldürüldüğü köye giden Dansçı Zeynep Tanbay ve Yazar Cengiz Algan bir konuşma yaptı. Algan, "Çocuklarını koruyamayan bir devlet devlet değil olsa olsa çete devletidir" diye konuştu. Konuşmaların ardından eylem sona erdi.ANF NEWS AGENCY

Böyle kurtulamazsınız...AHMET ALTAN 0 Kommentare


Artık bu alışkanlıklarını değiştirmeleri lazım. Üç general çıkacak, insanların gözüne baka baka utanmadan bizim gazeteyle ilgili yalanlar söyleyecek. Kim olduklarını bilmediğimiz bilirkişiler, “çocuk tahrayla yerdeki mermiye vurdu, mermi yerinden fırlayıp kızın karnına saplandı” türünden saçma sapan raporlar verecek. Ve, herkes bunlara inanacak. Eskiden yapıyorlardı bunları. Kimse inanmıyordu ama “biz bunlara inanmıyoruz” diyen bir gazete çıkmıyordu. Şu zavallı Ceylan’la ilgili bilirkişinin verdiği rapora bir bakın. “Daha önce araziye atılmış ancak patlamadan kalmış 40 mm’lik bombaatar mühimmatına elindeki tahra ile vurarak patlaması neticesinde hayatını kaybettiği kanaatine varıldığını...” “Tahra” dedikleri herhalde Ceylan’ın koyunlarına daldan ot kesmek için kullandığı orağa benzeyen alet. O aletle mermiye vurmuş da, mermi patlamış da... Ceylan’ın ilk yapılan otopsisinde saptanan bazı gerçekler var. Küçük kızın elleri ayakları sağlam. Mermi karnına isabet edip o minik gövdesini parçalamış. Bilirkişiler bize bir açıklasınlar bakayım, “bombaatar mühimmatı” nasıl oluyor da üstüne sopayla vurulunca yerinden fırlayıp, o tahtayı vuran kızın karnına saplanarak patlıyor. Bu bilirkişinin mermisi öyle bir mermi ki üstüne vurulduğunda olduğu yerde patlamıyor, dimdik havaya doğru da gitmiyor, havalanıyor, bir metre yükseldikten sonra doksan derece kıvrılıyor, “hedefi” vuruyor ve vurduğu hedefin içinde infilak ediyor. On iki gün “araştırma” yaptıktan sonra buldukları “gerçek” bu. Bütün saçmalıkları bir kenara bıraktığımızda elimizde inanılır bir tek gerçek var. Ceylan, “bir bombaatar mermisiyle” vurulmuş. O merminin “yerden havalanıp” kızı karnından vurduğuna inanmamızı bekliyorlarsa daha çok bekleyecekler. Çünkü buna inanmayacağız. İnanan birinin çıkacağını da sanmıyorum. Haa, inanmış gibi yapanlar çıkacaktır ama onlar söz konusu “ordu açıklaması” olduğunda zaten her şeye inanmaya hazırlar, varlık nedenleri bu “inançları” zaten. Biz şu soruyu sormaktan vazgeçmeyiz. Ceylan’ı kim vurdu? O “bombaatarın tetiğini” kim çekti? Ordu, bu saçma sapan yalanlarla uğraşacağına gerçeği söylemek zorunda. Yalana fena alışmışlar ve bu alışkanlıklarını değiştirmek zorundalar. Yalan söylediklerini bizzat bizimle ilgili olarak söylediklerinden de biliyoruz zaten. Ceylan’la ilgili ilk açıklamalarını yaparken, basın mensuplarının önünde üç general “orduya karşı asimetrik bir savaş verildiğini” söyledi. Yani onlara göre, “Ceylan’ı kimin öldürdüğünü” soran, “orduya karşı asimetrik savaş yapmak” maksadıyla soruyordu bunu. O soruyu soran, Ceylan’ı mesele eden bizim gazete. Şimdi o generallere soruyorum. “Bizim gazete orduya karşı asitmetrik savaş mı yürütüyor?” Bir gazetenin, kendi ordusuna karşı “savaş yürütmesi” için bu savaştan bir çıkarı, onu o savaşa yönlendiren bir “bağlantısı” olması gerekir. Ordunun elinde kocaman bir istihbarat örgütü var. Çıkartın bakayım şu bizim bağlantıları ortaya. Hadi... Deyin ki, “bu gazete şu bağlantısı nedeniyle bize karşı savaş yürütüyor.” Somut somut, açık açık konuşun. Konuşamazsınız... Çünkü yalan söylüyorsunuz. Orduya karşı savaş falan yürütmüyoruz, ordunun siyasetten çekilmesini, hukuka uymasını, kendi vatandaşlarını öldürmemesini istiyoruz. Bunların hepsi hukuki istekler ve bunları istemek bizim hakkımız. Bir generalin birinci özelliği “dürüst” olmaktır, binlerce insan size “inanıp” sizin emrinizle ölüme yürüyecek, “dürüst” olmayan birine nasıl inanacak peki o insanlar? Siz dürüst değilsiniz. Ceylan’ın ölümünü soruşturanların “asimetrik savaş” falan yürütmediğini bildiğiniz halde bunları uyduruyorsunuz. Niye yapıyorsunuz bunu? Ceylan’ı kimin vurduğunu saklamak için mi? Dünya değişiyor, Türkiye değişiyor, eski usul yalanlarla, suçlamalarla gerçeklerin üstünü örtmek, insanları korkutup sindirmek mümkün değil. Bırakın bunları, siz bize Ceylan’ın nasıl vurulduğunu söyleyin. Bu “yerden havalanan mermi” palavrası, “asimetrik savaş” palavrası kadar saçma çünkü. Sizleri televizyonda konuşurken gördüm, genç generallersiniz, önünüzde daha epey yol var gidecek, o kadar yolu yalanla gidemezsiniz. Dürüst ve saygıdeğer olmayı deneyin. Bu, sizin adınızı, omuzlarınıza iliştireceğiniz bütün yıldızlardan daha fazla ışıldatır.

Çocuklar öldürülüyor hükümet susuyor 0 Kommentare


Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, 29 Mart seçimleri öncesi Davos'ta katıldığı bir toplantıda İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres'e 'Siz öldürmeyi iyi bilirsiniz. Plajlardaki çocukları öldürdünüz' şeklinde tepki göstererek toplantıyı terk etse de, Türkiye'de çocukların öldürülmesi konusunda sürdürdüğü sessizlik ise dikkat çekiyor. Erdoğan'ın 28 Mart 2006'da Diyarbakır'da yaşanan olaylarda 'Kadın da olsa çocukta olsa gereken yapılır' sözleri hala hafızalardaki yerini korurken, hükümetin Diyarbakır'ın Lice İlçesi'nde havan topu sonucu yaşamını yitiren 11 yaşındaki Ceylan Önkol ile ilgili suskunluğu ise bu konudaki çelişkili tutumunu gözler önüne seriyor. 11 yaşındaki Ceylan Önkol olayında savcılık soruşturmada gizlilik kararı verirken, başta 11 yaşındaki Uğur Kaymaz olmak üzere Türkiye'de öldürülen çocuklarla ilgili adalet bugüne kadar yerini bulmadı.'Yargı hoşgörüsü'AKP Hükümeti döneminde güvenlik güçlerinin açtığı ateş sonucu 3 yaşından 7 ve 10 yaşına kadar çocukların yaşamını yitirdiği görülürken, 'çocukları öldürmenin bir politika haline geldiği' yorumları yapılıyor. Buna örnek olarak da Uğur Kaymaz cinayeti gösteriliyor. 21 Kasım 2004 tarihinde Mardin'in Kızıltepe İlçesi'nde İskenderun'a gitmek üzere kamyonuna binmek isteyen şoför Ahmet Kaymaz (31) ve 12 yaşındaki oğlu Uğur Kaymaz, ayaklarında terlikleriyle beraber katledildi. 12 yaşındaki Uğur Kaymaz'ın minik bedenine otopsi sonucunda tam 13 kurşun sıkıldığı ortaya çıkmıştı. Hem Kaymaz ailesi hem de kamuoyu Kaymaz olayında adaleti ararken, Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesi 12 yaşındaki Kaymaz'ı 'terörist' ilan etti ve sanık polisler hakkında beraat kararı verdi. Vicdanları yaralayan bu kararı Yargıtay 1. Ceza Dairesi de onarken, Kaymaz'ı öldüren polisler ise görevlerine geri döndü.AKP Hükümeti döneminde çocukların yaşamını yitirdiği en önemli tarih ise 28 Mart 2006 oldu. Muş'un Şenyayla (Şên) kırsal alanında yaşamını yitiren 4 HGP'linin Diyarbakır'a getirilerek defnedilmesinin ardından çıkan ve bölge illerine yayılan olaylar da güvenlik güçlerinin açtığı ateş sonucu 14 kişi yaşamını yitirmişti. Yaşamını yitirenlerden 6'sı ise çocuktu. Olayların yaşandığı dönemde Başbakan Erdoğan'ın 'Güvenlik güçlerimiz çocuk da olsa, kadın da olsa kim olursa olsun terörün maşası haline gelmişse gerekli müdahale ne ise bunu yapacaktır. Bunun böyle bilinmesini istiyorum' açıklaması ise 'Erdoğan İsrail'i örnek alıyor' yorumlarına yol açmıştı. 28 Mart olaylarında güvenlik güçlerinin açtığı ateş sonucu öldürülen çocukların isimleri ise şöyle:'Fatih Tekin (3): Batman'da 29 Mart 2006 günü çıkan çatışmalarda plastik mermiyle eylemcileri dağıtan polisin açtığı ateş sonucu parkta oyun oynarken boğazına isabet eden kurşunla öldü.Abdullah Duran (9): 29 Mart 2006'da evinin balkonundan sokaktaki olayları izlerken, 'güvenlik güçlerinin' açtığı ateş sonucu yaşamını yitirdi. Otopsi tutanağı ölümün, ateşli silah mermisiyle kalp ve her iki akciğer yaralanmasından gelişen iç kanama ve kanama şoku sonucu meydana geldiğini ortaya koydu.Enez Ata (8): 3 sivil yurttaşın 30 Mart 2006 tarihindeki cenaze töreni esnasında 'güvenlik güçlerinin' ateşli silah kullanması sonucu, Kuruçeşme Semti'nde vücuduna isabet eden mermi sonucu yaşamını yitirdi. Otopsi raporunda Enez'in kalbiyle midesi arasına saplanan kurşunla öldüğü kaydedildi.Mahsum Mızrak (17): 30 Mart 2006 günü 10 Nisan Polis Karakolu tarafından gözaltına alındı. Ailesi günlerce aradı. En son 3 Nisan 2006'da Devlet Hastanesi Morgu'nda cesedi bulundu. Cesedin 30 Mart 2006 tarihinden beri kimliği belli olmayan ceset olarak morgda tutulduğu ortaya çıktı. Otopsi tutanağı Mızrak'ın ateşli silah mermisi yaralanmasına bağlı beyin harabiyeti ve kanaması sonucu öldüğünü ortaya koydu.Emrah Fidan (17): 29 Mart 2006'da polisin açtığı ateş sonucu yaralandı ve Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi yoğun bakım ünitesinde tedavi altına alındı. 3 Nisan 2006'da yaşamını yitirdi. Otopsi tutanağı Fidan'ın ateşli silahla beyin kanaması sonucu yaşamını yitirdiğini kanıtladı.İsmail Erkek (8): 28 ve 29 Mart 2006 tarihlerinde öldürülen 3 sivil yurttaşın 30 Mart 2006'daki cenaze töreni esnasında polisin tekrar ateşli silah kullanması sonucu, 10 Nisan Polis Karakolu civarında vücuduna isabet eden mermi nedeniyle yaşamını yitirdi.'İşkence ile ölüm'Bu ülkede çocuklar sadece ateşli silahtan değil bazen de işkence ile öldürüldü; fakat adalet yerini bulmadı. 17 Aralık 2006 Pirinçlik Köyü meydanında oynayan çocuklara askerler 'kablo çaldınız' diyerek müdahale etti. Pirinçlik Köyü'nde yaşayan 16 yaşındaki Şemsettin Yavuzkaplan, 7 arkadaşı ile birlikte telefon kablolarını çaldıkları iddiasıyla 16 Aralık 2006 tarihinde gözaltına alındı. Karakola götürülen Yavuzkaplan hayatını kaybetmişti. Diğer çocuklar, komutanlardan birinin Şemsettin'i yere yatırarak başını ayağının altına aldığını ve kafasının etrafına kurşun sıktığını ifade etmişlerdi. Ancak, tüm tanıklar rağmen 8'inci sınıf öğrencisi Şemsettin Yavuzkaplan'ın askerler tarafından dövülerek öldürüldüğünü söylese de Diyarbakır Cumhuriyet Savcılığı Yavuzkaplan'ın 'kalp krizi sonucu' öldüğünü ileri sürerek askerler hakkında soruşturma açmadı. Adalet Yavuzkaplan olayında da yerini bulmadı.'Panzer ezdi'Erdoğan'ın 2006 Mart ayında Diyarbakır'da meydana gelen olaylar esnasında 'Kadın da olsa çocuk da olsa' talimatının ardından 6 çocuğun öldürülmesi ulusal ve uluslararası kamuoyunda tepkilere yol açarken, Erdoğan'ın 2008 yılında da açıklamaları değişmedi. PKK Lideri Abdullah Öcalan'ın Türkiye'ye getirilmesinin yıl dönümü dolayısıyla 15 Şubat 2008'de bölgede yaşanan olaylar karşısında, Erdoğan bu kez de 'Vatandaşımızın huzuruna kast edenlere güle güle diyemeyiz' açıklamasında bulundu. Erdoğan'ın açıklamasının üzerinden çok geçmeden Şırnak'ın Cizre İlçesi'nde 16 Şubat günü 16 yaşındaki Yahya Menekşe panzerle ezilerek öldürüldü. Emniyet ve hükümet yetkilileri, Menekşe'nin diğer göstericilerin attığı taşların kafasına isabet etmesi sonucu öldüğünü duyurdu. Ancak hem bilirkişi raporu, hem adli tıp raporu Menekşe'nin sert bir cismin altında ezilerek öldüğünü açıkladı. Malatya Adli Tıp Kurumu da yaptığı inceleme sonucunda Menekşe'nin 'Araç altında kalmasına' bağlı olarak öldüğünü tespit etti. Menekşe ile ilgili açılanda davada da halen Adalet yerini bulmuş değil.Adalet yerini bulacak mı?Bölgede yaşanan ve zaman zaman Filistin'deki intifada görüntülerini aratmayan olaylarda güvenlik güçlerinin açtığı ateş sonucu çocukların öldürülmesi AKP iktidarı döneminde sadece bölge ile değil Türkiye'nin birçok kentinde yaşandı. Bu çocuk ölümlerinin özellikle Kürt sorunu ile bağlantılı olaylarda yaşanması ise dikkat çekiyor. Ve son olarak 11 yaşındaki Ceylan Önkol, tıpkı Uğur Kaymaz, Enes Ata, Şemsettin Yavuzkaplan gibi o da minik bedenine isabet eden ateşli silah sonucu yaşamını yitirdi. Cenazesi saatlerce yerde kaldı, Savcılık olay yerine ancak 3 gün sonra giderken minik Ceylan için Adalet aranırken, 'mayın patlaması' denilerek olay ört pas edilmeye çalışıldı ve son olarak soruşturmada gizlilik kararı verildi. Türkiye'de çocuklar için adalet arayışı ise sürüyor.
12 Ekim tarihli Özgür Görüş gazetesinden alınmıştır

"Yol haritası" ve kurucu meclis - Yazar: Haluk Gerger (2. BÖLÜM) 0 Kommentare


"Bu ülkeye komünizm gerekirse onu da biz getiririz" anlayışı bugün de "Kürt Sorunu'nu gerekirse biz çözeriz" diyor. "Kürtsüz Türk çözümü" garabeti Kürtleri aşağılamanın bir başka yolu olsa gerek. Bu, özünde, "çözümsüzlüğü" yeniden üretmek ve dayatmaktan başka bir şey değil elbette. Ola ki, çözümle çözümsüzlük dinamiklerinin iç içe bulunduğu yumak içinde çözüm dinamiklerinin etkisiyle her şeye karşın yine de "negatif barış"a giden yol kendini dayatırsa, yani TC'nin her alandaki yenilgileri derinleşerek sürer ve egemenlik sistemi takatten düşer, yeni bir yıkıcı savaşı göze alamaz hele gelirse, bu, kesin olarak, statükonun siyasetini, hukukunu, ideolojisini, kurumlarını, sosyal normlarını vb. yapıtaşlarını aşacaktır. Bir başka ifadeyle, çözüme giden yol dahi, ne kadar samimiyetsiz, numaracı, tasfiyeci olursa olsun, tek başına bu Düzen'e sığmaz; mutlaka bir "yeniden inşa" sürecini gündeme sokabilir.Çözüm değil, çözüme giden yol ve bu yöndeki bir demokratikleşme de köklü değişiklikleri zorunlu yapar. Anayasa ve yasalardan kurumlara, siyasetten sosyal normlara ve en önemlisi de zihniyete uzanan bir dizi devasa dönüşüm de, kaçınılmaz olarak, yeni bir siyaset tarzı ile yeni devlet yapılanmasını gerektirir. Bunun için de, yeni bir siyaset zemini ve hukuksal düzen, anayasal temel gerekeceğinden anayasa yapıcı bir kurucu ögeye ihtiyaç ortaya çıkabilecektir. Zaten unutmamak gerekir ki, sınıflı toplumlarda, bir sınıfsal baskı aracı olarak, devlet erki olmaksızın, burjuva ya da proleter, demokrasi olamaz. Önemli olan, burjuva düzende bu erkin demokratik niteliğinin olabildiğince geliştirilebilmesidir. İşte bu noktada da bir "kurucu meclis" tartışması akla gelmektedir.Çözümsüzlük dayatması ve bunun getireceği kesin olan yıkım da, sonunda, TC çerçevesi içinde bir "yeniden inşa süreci"ni getirecektir. O yıkımın küllerinden 12 Eylül türü bir Danışma Meclisi'ne mi bürünür bunun kurumsal yapısı, yoksa Portekiz'in "Karanfil Devrim" sonrası yapılanmasını mı ya da burjuva-demokratik formlarının Kürt-Emekçi kurumlarıyla aşılmasını mı getirir, onu elbette zaman gösterecektir ama yine bir kurucu kurum kaçınılmaz olacaktır."Kurucu Meclis"ler, genel olarak, eski düzenin çöktüğü ve yenisinin özellikle anayasal altyapısının oluşturulmaya başlandığı zamanlarda gündeme gelirler. Böyle zamanlarda, yeniyi inşaya hazır sınıfsal güçlerin önderliğinde toplanırlar ve hükümlerini icra ederler. Fransız Devrimi'nin başında, yükselen burjuvazinin, feodal aristokrasinin mutlakiyetçi monarşisini tasfiye yolunda, topladığı "milli meclis" gibi. Bazen de, 1917 Rusyası'nda "Kurucu Meclis"in yerini işçi sovyetlerine bırakması gibi, yeni toplumsal sınıflarca aşılırlar. O zaman Lenin, Bolşeviklerin "kurucu meclis" çağrısını, "tam anlamıyla meşru" bir girişim olarak savunmuş, "kurucu meclis"in "bir burjuva cumhuriyetteki en yüksek demokratik formu temsil ettiği"ni söylemişti. Ama "bir burjuva cumhuriyette!"Türkiye gibi bir ülkede de ve özellikle "milli mesele"nin çözüm sürecinin gerektirdiği "burjuva demokratik cumhuriyet" inşa zamanında "kurucu meclis" (minimal) sınıf programının da bir parçasını oluşturabilir elbette ama aynı zamanda onun burjuva-demokratik bir zemin olduğu da gözden kaçırılamaz. Bu kurum, sosyalist devrim aşamasına geçişte ancak bir sıçrama platformudur ama milli sorunun çözümünde stratejik bir araç olabilir. Egemenlerin "yol haritası" nasıl tecelli ederse etsin, faşist bir diktatörlük macerasının karanlıklarında yeniden yükseltilecek Kirli Savaş'ın ateşi altında veya tasfiyeci göstermelik reformlar aldatmacasının çürütücü gevşekliğinde olsun, bu türden bir talebin öne çıkartılması gerekebilir; elbette onun aşılmasının koşulları için de durmaksızın mücadele edilmesiyle birlikte.Böylesi bir yapılanmayı, teorik olarak, yeni bir devlet yapısının ve onun anayasal temellerinin belirlendiği forum ve bu arada da, halkın demokratik enerjisinin bütünüyle açığa çıkmasının kurumsal araçlarından biri olarak düşünmek mümkündür. Kuşkusuz bugün kurucu meclislere yol açan klasik durum sözkonusu değil; eski düzen çökmemiş ve yeni bir toplumsal sınıfın düzen inşası yaşanmamaktadır. Bu durumda, seçimle yenilenmiş mevcut parlamentoya paralel bir oluşum olarak da gündeme gelebilir böyle bir kurum. Kürt Sorunu'nda tam burjuva-demokratik bir ortamın inşası için iki halkın eşit, öteki etnik-kültürel yapıların da belirli kontenjanlar temelinde temsil edileceği, korporatif esaslara göre seçilmiş üyelerin bulunduğu, sendikaların, odaların, meslek kuruluşlarının, sivil toplum örgütlerinin, ilgili yerel yönetim temsilcilerinin de içinde yer alacağı, bütün demokratik taleplerin tartışılacağı radikal demokrat bir yapı, bugünkü parlamentonun varlığı koşullarında, sözü edilen "akil adamlar"ın ve "adalet komisyonu"nun yerini de alabilir, mevcut parlamentoyla ilişkileri ayrıca belirlenebilir. Tabii ayrıca unutmamak gerekir ki, böylesi özel durumlarda, milliyetçi-gerici reaksiyonun yükselmesi halinde, bu kurum karşıdevrimin bir manivelasına da dönüşebilir. Ama aynı zamanda, Türkiye'deki yaygın şovenizmin kırılması ve yığınların halkların kardeşliği temelinde yeniden siyaset ve tarih sahnesine çıkabilmesi için gerekli zemin/ortam da yeni devlet inşa sürecinin kurumları etrafında oluşturulabilir. İşte "kurucu meclis"in tartışılması da, onun gerçekliğe dönüşmesi de buna hizmet edebilir. Siyasette "iki yanı keskin bıçak ikilemi" zaten böyle ortaya çıkar.Bizim düşüncemiz odur ki, Türkiye kapitalizmi ve onun egemenleriyle kurumları, kendi başlarına demokratik bir dönüşüme hazır değillerdir. Hatta rejimlerinin ve devletlerinin bekasını bugünkü artık sürdürülemez statükoya çıpaladıkları için demokratikleşmeye düşmandırlar da. Üstelik bugünkü yapı içinde ne gerçekten çözüm irade ve kararlılığına sahip bir toplumsal güç vardır egemen blok içinde, ne de buna çatı olabilecek bir kurumsal yapı. Ne var ki, aynı zamanda, düzen güçleri yenilmişlerdir ve umarsızdırlar. Bu süreç içinde gelişmelerin öz dinamikleriyle düzen kendi bunalım ve çaresizliğinin ağırlığı altında kalabilir, kendiliğinden sosyal patlamalarla "kurucu meclis" ihtiyacına doğru bir gidiş ortaya çıkabilir. İşte böyle bir konjonktürde sorun, yıllardır koşullandırılmış Türk halkının demokratikleşme doğrultusunda iknasında yatmaktadır. O muazzam enerjinin açığa çıkmasında sınıfsal taleplerle de güçlendirilmiş bir yeniden inşa ve buna bağlı "kurucu meclis" çağrısı öyle bir rol oynayabilir ki, hem eşitlik temelinde milli meselenin özgürce tartışılmasına olanak tanır, hem burjuva demokratik çözüm olanağını yaratabilir, hem de bağrında kendi aşılımını taşıyarak proleter-devrimci dönüşüm ve sosyalizm bakımından yeni olanaklar yaratır. Bu türden bir yapılanmanın resmi parlamentonun varlığı koşullarında (yani cari düzenin tam çöküşünün gerçekleşmediği ama yeni politik formlara açılan dinamiklere de mecbur kaldığı koşullarda) dahi bir halklar meclisi ya da ikili iktidarın sovyetine dönüşme olasılığı üzerinde de düşünülmelidir.Toplumun bütün güçlerinin temsil edileceği ve son derece geniş bir demokratik çerçeve içinde işleyecek süreçte, devrimcilerin müdahale olanaklarına kapı açacak her girişim ve araç şimdiden düşünülmelidir. Acaba bir tür "kurucu meclis" yapılanmasına ilişkin tartışmalar bu yönde bir hazırlık oluşturabilir mi? Bu, bugünün meselesi gibi görünmemektedir ama, başta da belirttiğimiz gibi, gidişin, zikzaklı da olsa, bu türden duraklara ulaşma olasılığı vardır. Dolayısıyla, önerimiz ya da gündeme getirmek istediğimiz konu zamansız, yersiz ve hatta "uçuk" görünebilir ama egemenlik sisteminin bizi içine hapsetmek istediği "ben yaptım oldu" olupbittisinin kısır döngüsünü kırmanın bir çabası ve önerisi olarak da değerlendirilebilir. Bana öyle geliyor ki, devrimci sosyalistlerin bu uyuşturucu-dolandırıcı-tasfiyeci hengamede en somut programatik şiarını "kurucu meclis" talebi oluşturabilir. HALUK GERGERMAVİ DEFTER

"Yol haritası" ve kurucu meclis - Yazar: Haluk Gerger (1. BÖLÜM) 0 Kommentare


Yazar: Haluk Gerger"Kürt Sorunu"nda "yol haritası"nın ana aktörünün Abdullah Öcalan olması doğal; esas olarak, ardındaki yığınsal/örgütsel destek nedeniyle ve "Çözüm"e giden uzun yolun anahtarıyla kozlarını elinde tuttuğu için böyle bu. Temsiliyete Öcalan'dan başlayın, PKK ve DTP'ye uzanın, oradan Kürt halkına ulaşın. Onsuz "yol haritası" ya da çözüm olabilir mi? "Olur" diyenlerin, yani Kürt halkını dikkate almayanların önünde artık tek yol var: Savaş suçlarını işlemeye devam etmek ve günün birinde bunun kefaretini ödemek! Ve bu arada Türk halkına da onulmaz zararlar vermek. Egemenler arasında, şayet varsa, "Realite"yi kabullenenlere düşense, Obama'nın, yani onların pek sevdikleri deyimle "dış mihraklar"ın, belirledikleri "yol haritası"nın ötesine geçebilme basiretini göstermek.Neydi emperyalizmin "yol haritası"? Türkler ve Kürtler, emperyalizme hizmet yolunda ve onun himayesinde, anlaşacaklardı. Kürtler, ana hatları ve sınırları "üç aşağı beş yukarı" bugün belirlenmiş statükoya razı olacaklar ve bu "kazanımları"nı elde tutabilmek için Amerika'ya mahkûm kılınacaklardı. Buna karşılık TC de, nihai bitirilişine giden yolda ilk adım olarak, PKK'nin silahlı kanadının tasfiyesi karşılığında, Türkiye Kürtleriyle Güney'li önderlikleri muhatap alarak sürece katkıda bulunacaktı. O da, ilerde bir adım daha ileriye gidilmemesi için, emperyalist garantöre mahkûm ve medyun kalacaktı. Kürtler ve Türkler birbirlerinden korkmaya ve dolayısıyla da emperyalizme sığınmaya mecbur kalacak, ona hizmete koşulacaklardı. Bölgedeki muhayyel emperyalist statükonun bekçileri, aynı zamanda, Ortadoğu'da Arap olmayanlar olarak, Arap işbirlikçilerle birlikte, Araplara karşı bir setin altyapısını da döşemiş olacaklardı böylece. Bu, aynı zamanda, İran ya da Suudi Arabistan, ayağa kalkmış İslamcılara karşı bir "laiklik cephesi" anlamına da gelecekti. En büyük fundamentalist ve anti-Arap Siyonist Devlet de bu koalisyon içinde emperyalist planlara "tüy dikecek"ti.Başbakan Erdoğan Ahmet Türk'le görüşerek Obama "yol haritası"ndaki ilk ürkek adımı attı. Oysa, bugünlerde doğrudan ayakları bu coğrafyaya basan, otantik, yerli bir "yol haritası" da İmralı'dan, yani "Sorun"un ve Savaşın öteki tarafından gelmekte. Şimdi göreceğiz, "dış mihrakların yol haritası"nı mı, "Kürt yol haritası"nı mı referans alacak Türkiye. Bunun yol ve yöntemi ise ayrı bir konu ve işin özünü oluşturmuyor. Bu "yol haritası"nın tartışılmasına başka ve eleştirel Kürt sesleri de katılacak kuşkusuz. Onlar da dinlenmeli mutlaka. Ayrı devlet hakkını savunanından federasyon, otonomi ve öteki çözümleri yeğleyenler de seslerini özgürce ve örgütlü olarak duyurabilmeliler. Kürtlerin tamamı bakımından seslerini duyurmak da yetmez, sürece katılımları da sağlanmalıdır elbette. Toplum dinlemeli ve tartışmalı. Çözüme giden yol haritasının sıçrama noktasını bu oluşturabilir ancak.Bu arada, Türkiye emek güçleri de seslerini yükselteceklerdir. Onların çıkış noktasını Lenin'den devralınan miras belirleyecek elbette. Ne demişti Lenin ezen ulus devrimcilerine? Özcesi, siz maksimum talepleri dillendireceksiniz, kardeşliğin de, gönüllü birliğin de, sınıfın birliğine ilişkin tercihlerin meşruiyeti de, "ayrılma hakkı"nın ikirciksiz kabulünde aranmalı demişti. "Kendi kaderini tayin hakkı" ilkesinin tavizsiz savunusu Türkiyeli devrimcilerin, bunun nasıl kullanılacağıysa Kürtlerin işi olmalı bugün. Öcalan'ın "yol haritası," günün koşullarında, ana Kürt damarının bu konudaki ilkelerini, yöntemini, hedeflerini belirleyecek. Olabilecek en olumsuz koşullarda yapılırken bu, en ileri programla Kürdün yardımına koşmak da devrimciliğin "turnusol işlevi" sayılmalı bugünlerde.Bir faşist reaksiyon, konuyu sürünceme içinde çürümeye havale etme ya da gözbağcılığı uyanıklığı egemenlik sisteminin başlıca seçenekleri olarak saptanabilir ama, kökenleri Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı'na dayanan sömürgeci statükonun "pandora kutusu" açılmıştır bir kere. Bu nedenle, ileriki günlere ve gelişmelere ilişkin bir strateji oluşturma görevi de devrimcilerin önünde durmaktadır.Şimdi öncelikle iki şey gerekmektedir. Birincisi, "olması gereken"i, inandığınız "doğru"yu söylemek; ikincisi de, işlerin nereye doğru evrileceğine ilişkin bir perspektif oluşturmak. Varsın kimileri "gerçekçi" olsunlar, "olabilecekler" üzerinden "evrimsel" yaklaşımları yeğlesinler. Bu arada birilerinin de işin "doğrusu"nu, "olması gereken" yanını vurgulaması, ayrıca, geleceğin yönüne ilişkin düşünce egzersizi yapması gerekir. Tartışmanın ilerleticiliği ancak böyle ortaya çıkar.Bugün artık Düzenin fiilen çökmediği ama üzerinde inşa edildiği bütün argüman, varsayım ve kurumsal/ideolojik temellerin iflas etmekte olduğu bir tarihsel döneme girmekteyiz. Bu, aynı zamanda, Kürtlerin inkarına ve şiddete dayalı Düzen'in çok boyutlu yenilgisine de işaret etmektedir. Düzen'in geleneksel emperyalist destek payandası da özgül ağırlığını taşıyamaz haldedir. Bu durum, kaçınılmaz olarak, bir yeniden inşa sürecinin de başlangıcı demektir. Bu durumun, aynı zamanda, sınıf hareketinin dibe vurduğu ve şovenizmin emekçileri de yaygın biçimde zehirlediği bir ortamda oluştuğunu da unutmamak gerekir. Bu koşullar altında, yeniden insanın, günümüz koşullarında, burjuva-demokratik bir form içinde olacağını ve gidişatın bir "Kurucu Meclis" oluşumunu toplumsal gündeme sokacağını ya da bu yöndeki bir talebin yükseltilmesinin koşullarının oluşabileceğini düşünebiliriz. En azından, devrimciler tarihi bu yönde itmeye hazırlanabilirler. Aslında bizim inancımız odur ki, bir "çözüm süreci"nde de, çözümsüzlüğün dayatılmasının ardından gelen büyük yıkım sonrasında da, bir gün mutlaka, yeni bir devlet inşası bütün ağırlığı ve aktörleriyle gündeme gelecektir.DEVAM EDECEK...

Ceylan soruşturması avukatı da isyan ettirdi 0 Kommentare


İlk andan itibaren skandallarla ilerleyen Ceylan Önkol soruşturmasında gelinen nokta, ailenin avukatı Serdar Çelebi’yi de isyan ettirdi. “Bu durumda hukuki anlamda yapacak bir açıklama bulamıyorum” diyen Çelebi, duygu ve düşüncelerini “artık avukatlık yapmaktan utanıyorum” sözleriyle özetledi.12 yaşındaki kız çocuğu Ceylan Önkol’un ölümü, toplumun hemen hemen bütün kesimlerinin vicdanını kanatıyor. Ancak, soruşturmayı yürüten savcılık, polis ve askeri yetkililerden bu kanamayı durduracak bir adım gelmediği gibi, gerçeğin karartılmak istendiği yönündeki kaygıyı da artırıyor. Başından beri skandallarla ilerleyen soruşturma kapsamında dün bir rapor kamuoyuna açıklandı, bir rapor da dosyada ‘gizlilik kararı’ olduğu gerekçesiyle ailenin avukatlarına verilmezken basına sızdırıldı. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından açıklanan ‘bilirkişi raporu’nda, Önkol'un “Daha önce araziye atılmış ancak patlamadan kalmış 40 mm'lik bomba atar mühimmatına elindeki tahra, yani eğri budama bıçağı ile vurarak patlaması neticesinde hayatını kaybettiği kanaatine varıldığını” bildirildi.Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü kriminal laboratuarında hazırlanan rapora göre ise, “Ceylan havan topundan ölmedi.” Raporda, atış yapıldığına dair bir bulguya ulaşılmadığı da öne sürüldü. Genelkurmay Başkanlığı, 9 yaşındaki Ceylan’ın öldüğü gün havan atışı yapılmadığını açıklamıştı. Böylece, polis raporu da, Genelkurmay görüşü doğrultusunda geldi.“RAPOR BİZE VERİLMEDİ AMA MEDYA SIZDIRILDI”Ailenin avukatlarından Serdar Çelebi, gizlilik kararıyla raporların kendilerine verilmediğini belirterek, “ancak aynı raporlar medyaya veriliyor” dedi. Soruşturmanın başında beri yaşanan skandallar nedeniyle konunun aydınlatacağına dair umutlarını yitirdiklerini vurgulayan Çelebi, duygu ve düşünceleri şöyle ifade etti: “Bu hukuk sistemi içinde ne yapabiliriz ki artık? Hukukçu olmaktan utanıyorum artık. Saatlerce savcılık raporunu bekledim. Savcılık, ‘gizlilik kararı var’ diyor. Ceza Muhakemesi Kanunu ise çok açık bir biçimde ‘gizlilik kararı da olsa rapor verilir’ diyor. İtiraz ediyorum. İtirazım incelenmeden, raporlar medyaya duyuruluyor ve kendi açılarından haber yaptırıyorlar. Başından beri yapılan yanlışlar ve en son raporun açıklanma şekli bizi faillerin bulunması konusunda umutsuzluğu sevk etti. Çözü alamayacağımız düşüncesine kapılıyoruz. Bu nedenle de dosyayı, AİHM’e taşıyacağız.”“BÜTÜN DELİLLERİ BİZ TOPARLADIK”Olayın başından itibaren her aşamasına tanık olduklarını anlatan Avukat Serdar Çelebi, “Delilleri biz topladık, cenazeyi bile olay yerinden biz aldık, çocuğun parçalanan elbiselerini, silah, bomba parçalarını biz toparladık. Bugün ne kadar delil varsa hepsini biz sunduk. Ve buna rağmen bize güvenilmiyor ve dosyaya gizlilik kararı konuluyor” diye konuştu.“Bu duruma ilişkin hukuki bir açıklama yapacak kelime bulamıyorum” diyen Avukat Serdar Çelebi, “Türkiye’de bu tür olayların faillerinin bulunabileceğine dair olan beklentimizin hepsi yıkıldı” dedi.“YİNE DE İDDİALARIMIZ DOĞRULANDI”Avukat Serdar Çelebi, iddiaların da raporla doğrulandığını belirterek, “Eğer dedikleri o mühimmat dana önceden oraya atılmışsa, yine devlet atmıştır. Daha önce atıldığı söylenen mühimmatın o gün oraya atılmadığını söylemek mümkün değil. Köylüler, ‘havada bir uğultu vardı ve bir iki saniye sürdü’ diyorlar. Eğer bilirkişi tarih konusunda bir şey demiyorsa, bu rapor bizim iddiamızı doğruluyor. Askeri birlikten atılan bir silahla bu çocuk öldürülmüştür” diye konuştu. ANF NEWS AGENCY

Adana'daki IMF protestolarında polisin tutumu protesto edildi 0 Kommentare


Adana Krize Karşı Emek Platformu, 6-7 Ekim'de İstanbul'da yapılan IMF ve Dünya Bankası toplantılarındaki protesto gösterilerine polisin sert müdahalesini kınadı.Adana Krize Karşı Emek Platformu, 6-7 Ekim'de İstanbul'da yapılan IMF ve Dünya Bankası toplantılarındaki protesto gösterilerine polisin sert müdahalesini kınamak amacıyla basın açıklaması düzenledi. 'Hiç bir banka camı kırıldı için batmadı ama bankalar o kadar çok kişiyi batırdı ki, suçlu kim?' pankartının açıldığı İnönü Parkı'ndaki basın açıklamasına platform üyelerinin yanı sıra kalabalık bir grup katıldı.'IMF ve Dünya Bankası halklar arası savaşın kışkırtıcısıdır'Platform adına açıklama yapan Nejat Okay, emperyalistlerin halklar arası kardeşliği değil, halklar arası savaş ve düşmanlığı kışkırtarak tekellerine ve servetlerine servet kattıklarını söyledi. Okay, 'IMF ve Dünya Bankası'yla ticarileşen sağlık politikalarından, eğitim hizmetine, tarımdan doğaya kadar her şeyi yanlızca kâr amacıyla planlayıcısı ve taşıyıcısıdırlar' dedi. Bazı Medya kuruluşlarının ağız birliği ederek eylemcilerin halka ve esnaflara saldırdıkları yönünde propaganda yaptıklarını ifade eden Okay, şunları kaydetti: “Zarar gören yerler bankalar, Burger King, Mc Donalds gibi emperyalist tekellerin temsilcilikleridir. Bunun aksi söylemle eylemler karalanmaya, bu ülkenin onurunu temsil eden emekçileri ise suçlanmaya çalışılmıştır. Burada suçlanması gerekenler bu ülkeyi soyup soğana çevirenler, emekçilerin alın terlerinden biriken servetleri emperyalist tekellere ve onların işbirlikçilerine peşkeş çekenlerdir.'Açıklama, 'Emperyalsitler, işbirlikçiler 6.filoyu unutmayın', 'IMF defol bu memleket bizim', 'Baskılar bizi yıldıramaz', 'Hırsız İMF işbirlikçi AKP' ve 'tutuklananlar serbest bırakılsın' sloganlarıyla son buldu.ADANA-DİHA

101 çocuğa 466 yıl ceza verdiler 0 Kommentare


Adana'da 4 çocuğa 26 yıl 6 ay hapis cezası verilmesi ardından ceza alan çocukların sayısı 101'e, aldıkları ceza ise indirimlerden sonra 466 yıl oldu.Adana'da 4 çocuğa 26 yıl 6 ay hapis cezası verilmesi ardından ceza alan çocukların sayısı 101'e, aldıkları ceza ise indirimlerden sonra 466 yıla çıktı. İHD Adana Şubesi Sekreteri ve Çocuk Hakları Komisyonu Sözcüsü Ethem Açıkalın yaptığı açıklamada 'Adana'da yargılanan Kürt çocuklarına her gün yenileri ekleniyor' dedi. Açıkalın, Mersin'de korsan gösteriye katıldıkları gerekçesiyle Adana 6. Ağır Ceza Mahkemesinde 6 Ekim 2009 tarihinde görülen karar duruşmasında 4 çocuğa yaş küçüklüğünden dolayı yapılan indirimlerden sonra örgüt adına suç işlemek ve örgüt propagandası yapmaktan toplam 26 yıl 6 hapis cezası verildiğini söyledi. Açıklamada Adana'da son ceza alan çocuklarla birlikte ceza alan çocuk sayısının 101'e yükselirken verilen cezanın ise indirimlerden sonra 466 yıla ulaştığı belirtildi. ADANA

Dersim'lilerin sesini duyun! 0 Kommentare




Dersim'de yapımı tamamlanıp suyu tutulmaya başlanan Uzun Çayır Barajı ve yapılmak istenen 6 baraj, 2 hidroelektrik santralini (HES) protesto etmek için bugün neredeyse tüm Dersimliler eylemdeydi. Barajlara karşı yapılan ve 20 bin kişinin katılımıyla 5 kilometre yürüyen kitle, Türkiye'nin en büyük çevre eylemine de imza atmış oldu. Yürüyüş boyunca 'Dersim'de baraj istemiyoruz' sloganları dinmezken, mitingin yapılacağı baraj kenarına gelen çok sayıda kadının hıçkırarak ağlaması ise gözlerden kaçmadı.Dersim'de suyu tutulmaya başlayan Uzunçayır Barajının yanı sıra Munzur Nehri ve Pülümür Çayı üzerine kurulmak istenen Akyayık, Konak Tepe, Konaktepe Hidroelektrik 1, 2, Kaletepe, Bozkaya, Kemerbel barajlarına karşı bugün Tunceli Belediyesi, DTP, EMEP, KESK, DİSK, ÖDP, Partizan, ESP, Tunceli Gazeteciler Derneği, ilçe belediyeleri, Demokratik Alevi Hareketi (ÖDAH), Emekli Sen, MASAP, Girişimci Kadınlar Derneği, HKM, TUDEF, Munzur Vadisini Koruma ve Yaşatma Derneği, TMMOB, Munzur Çevre Derneği, Anafatma Kadın Derneği, Tunceli Barosu ve Sanayi ve Ticaret Odası'nın da içinde bulunduğu 37 kurum ve kuruluşun katılımıyla 'Dersim'de baraj istemiyoruz' sloganıyla miting düzenlendi. Miting öncesi merkez Kışla Meydanı'nda İstanbul, İzmir, Ankara, Adana, Mersin, Erzincan, Elazığ, Diyarbakır başta olmak üzere Türkiye'nin dört bir yanından mitinge katılmak için gelen yüzlerce araçlık konvoy karşılandı. Davul zurna ile halaylar çekip sloganlar atan kitle ellerinde 'Dersim'de baraj istemiyoruz', 'Barajlara geçit vermeyeceğiz', 'Munzur Vadisi özgür kalacak' yazılı dövizler taşıyan kitle kışla meydanında bir araya geldikten sonra yürüyüşe geçti.Herkes oradaydıŞehir merkezi, Cumhuriyet Caddesi üzerinde yürüyüşünü devam ettiren kitlenin sayısı katılımların artması ile 20 bine ulaştı. Kitlenin önünde aralarında DTP Dersim Milletvekili Şerafettin Halis, Dersim Belediye Başkanı Edibe Şahin, İl Genel Meclis Başkanı Serdar Erdoğan, Ferhat Tunç, Metin Kahraman, Mikail Aslan'ın yanı sıra çok sayıda Tuncelili sanatçılar, aydın ve yazarlar, sivil toplum örgütü ve demokratik kitle örgütü temsilcileri, ilçe belediye başkanları, mahalle muhtarları, Aliona, Bergama, Hasankeyf, Fırtına Vadisi'ni koruma dernekleri ve çevre örgütü temsilcilerinin kitlenin en önünde yürüdü. Yürüyüş boyunca 'Munzur yasta, Dersim isyanda', 'Doğamız, suyumuz, özgürlüğümüzün simgesidir', 'Barajlarla tarihimizi, kültürümüzü yok edemezsiniz', 'Yetiş ey insanlık Munzur darda', 'Baraj ne wazeme' yazılı pankart ve dövizler taşıyan kitle yine yürüyüş boyunca 'Munzur özgür akacak', 'Dersimde baraj istemiyoruz', 'Kürdistan'da baraj istemiyoruz', 'Munzur onurdur, onuruna sahip çık', 'Munzur'a uzanan eller kırılsın', 'Munzur faşizmi boğacak', 'Faşizme karşı omuz omuza' sloganları atıldı. Elinde 'Munzur'a dokunma' yazılı döviz taşıyan ve ata binen bir vatandaş, yürüyüşe eşlik etti. Yürüyüş için tekerlekli sandalyeli kişilerin yanında, barajlara dikkat çeken tişörtler giyen bisikletli gruplar, Dersimspor formalı grup, yöresel kıyafetli kadınlar da yürüyüşteki yerini aldı.Arama gerginliğiYürüyüş boyunca anons aracından Dersim'de yapılacak barajlara karşı duyarlılık ve karşı olunması için yapılan anonslara yürüyüşe katılmayan, ancak pencere, balkon ve yol kenarında duran vatandaşlarda alkışları ile destek verdi. Yürüyüş sırasında DSİ binası önünde oturma eylemi yapılırken, DSİ'nin bahçesine pet şişeleri atıldı. 20 bin kişinin davul zurna, çalınan şarkı ve marşlar, sloganlar ve zılgıtlarla sürdürdüğü 5 kilometrelik yürüyüş mitingin yapılacağı ve baraja dolumun devam etmesi durumunda sular altında kalacak olan TEDAŞ'ın arkasındaki meydanda son buldu. Meydana giriş için arama noktası kuran polis arama yapmak istemi üzerine gerginlik çıktı. Gerginliğin artması üzerine kısa süreli arbede ve polislerin taşlanması sonrası arama noktası işlevini yitirdi.Dersimliler baraj karşısında ağladıMeydana ulaşan kitlenin büyük bir bölümü önce su tutumu devam eden ve Munzur Nehri ile beslenen Uzun Çayır Barajı'nın yakınlarına yürüdü. Bu sıra özellikle orta ve ileri yaşlı çok sayıda kadının ağlaması gözlerden kaçmadı. Baraja doğru oturan ve anonslara rağmen meydana geç gelen bu grup adeta Munzur Nehri ile birlikte yas tuttu. Miting sırasında araba lastikleri ile bot yapan köylülerde barajın içinde ellerindeki pankartlarla yapılan barajları protesto etti. Meydanda konuşmalar başlamadan önce Türkiye'de çevre için yapılan en kitlesel ve uzun yürüyüş gerçekleşmiş oldu. DİHA

Hem öldürün hem susturun 0 Kommentare


14 yaşındaki Ceylan’ın ölümünü araştırmak için köye gidemeyen savcılık, soruşturma dosyasına mahkemeden gizlilik kararı aldırdı. Diyarbakır Lice’de askerî birlikten atıldığı öne sürülen patlayıcı sonucu ölen 14 yaşındaki Ceylan Önkol’la ilgili soruşturmaya, olaydan 10 gün sonra gizlilik yasağı geldi. “Can güvenliğim yok” diyerek olay yerine gitmeyen savcılığın “gizlilik” kararı tepki çekti. Kızlarının öldüğü olayla ilgili bilgiler veren Önkol ailesi ise Lice Cumhuriyet Savcısı Mustafa Kamil Çolak tarafından adeta fırçalandı. Aileye “TSK’da eğitim mi gördünüz? Bunun mayın olmadığını nereden biliyorsunuz” diyen Çolak hakkında DTP de “delilleri kararttığı” gerekçesiyle suç duyurusu yaptı



Diyarbakır’ın Lice ilçesinde öldürülen 14 yaşındaki Ceylan Önkol cinayetiyle ilgili soruşturmayı yürüten Lice Cumhuriyet Savcı Mustafa Kamil Çolak, dosyadaki bilgi ve belgelerin “kamu güvenliği açısından sakıncalı” olduğu gerekçesiyle “gizlilik” kararı aldı.Soruşturmayla ilgili gizlilik kararı alan savcı, olayda sorumluluğu bulunanlar yerine Önkol ailesini sorguya çekti. Patlamadan ancak üç gün sonra olay yerine giden Lice Savcısı Mustafa Kamil Çolak, kardeşinin ölümünün mayından kaynaklanmadığını söyleyen Ceylan’ın ağabeyi Rıfat Önkol’un yeniden ifadesini aldı.Ağabeye mayın sorusuRıfat Önkol, savcının kendisine “Türk Silahlı Kuvvetleri’nde eğitim mi gördün? Bunun mayın olmadığını nereden biliyorsun” biçiminde soru sorduğunu belirterek şunları anlattı: “Olay günü, yüzlerce insan oradaydı. Bu insanların can güvenliği vardı da, yekililerin mi can güvenliği yoktu? Mayının nasıl bir tahribat yarattığını biliyoruz. Olayın olduğu alanda 10 yıldan beri hayvan otlatıyoruz. Ve o alanı kullanıyoruz. Bu nedenle mayın olmadığını ifade ettim. Ben gördüklerimi, yaşadıklarımı söylüyorum. Kız kardeşimin elinde dara denen ağaç dallarının kesimi için kullanılan metal vardı. Bu alet de isabet alması sonucu eğilmiş. Orak halen evimizde duruyor. Delil olarak kullanılabilir. Tüm bunların tutanaklara geçmemesi ve sadece bizim kamuoyuna aktardıklarımızı sorgulaması düşündürücüdür. Çevrede üç-dört karakol var. Sürekli izleniyor. Kimse askerlerden habersiz adım atamaz. Biz gerçek faillerin ortaya çıkmasını istiyoruz.”Muhtarın cevabıYayla köyü muhtarı Abdulsamet Gencioğlu da savcı tarafından sorgulandığını söyledi. Gencioğlu, savcının “Mayın olmadığını nereden biliyorsunuz” sorusuna, “Mayın olsaydı ayağı kopardı, bomba olsaydı eli parçalanırdı. Ama Adlî Tıp’a gönderilseydi gerçek ortaya çıkardı” diye karşılık verdiğini kaydetti.DTP’den savcıya suç duyurusuDTP Grup Başkanvekili Selahattin Demirtaş ise soruşturmada suç delillerini kararttığı gerekçesiyle Lice Cumhuriyet Savcısı Mustafa Kamil Çolak hakkında suç duyurusunda bulundu. Ankara Cumhuriyet Savcılığı’na başvuran Demirtaş, Savcı Çolak hakkında gerekli işlemlerin yapılmasını istedi.Soruşturmaya yönelik kuşkular arttıSerdar Çelebi (Avukat): Gizlilik kararı Ceza Muhakemeleri Usul Kanunu’nun 153. maddesinde düzenleniyor. Her dosya için ayrı bir gerekçe belirtilmez, sadece soruşturmanın amacının tehlikeye düşüyor olması halinde karar alınır. Başından itibaren soruşturmanın yürütülüşüne ilişkin kuşkularımız vardı. Şimdi bu karar kuşkularımızı arttırdı. Bu kararın ardından da genellikle soruşturma takipsizlikle sonuçlandırılıyor. Basın, dosyalar hakkındaki bilgileri genellikle avukatlardan alırlar. Biz dosyaya ulaşamayınca kamuoyu da konudan haberdar olamıyor.Mehmet Emin Aktar (Diyarbakır Barosu Başkanı): Kamu güvenliği tehlikesi gösterilmiş. İşin doğrusu kamuoyunun kararını merakla beklediği bir soruşturmada gizlilik kararının alınmış olmasında kamu yararı değil, kamu zararı vardır. Savcılığın gizlilik kararı alması, bu olayı kamuoyunun gözünden kaçırma çabasıdır. Engin Cirmen (Avukat): Bu karar yasaya uygundur ama hukuka aykırıdır. Bu karar hukukun genel ilkelerine aykırıdır. Bu karar alınınca bu dosyadan kimsenin haberi olmayacaktır ve büyük bir kuşku ortaya çıkacaktır.

Çelebi: Düğmeye basılmış olabilir 0 Kommentare



Hafta başında makam odasında silahlı saldırıya uğrayan ve halen hastanede bulunan DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi, ilk kez Canlı Gaste'ye konuştu.
İSTANBUL - Pazartesi günü makam odasında kendisinden alacağı olduğunu iddia eden bir kişi tarafından ayaklarından vurulan DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi, zanlıyla herhangi bir ticari ilişkisi olmadığını, abisiyle bir dönem ticaret yaptıklarını, zanlının kendisinden alacağı olduğu iddiasıyla birkaç kez daha yanına geldiğini belirtti ve 'ya psikolojik sorunları var ya da; bu yönde kaygılarım olduğunu belirtmek isterim, bir yerlerden düğmeye basıldı' dedi. DİSK Genel Başkanı, "Gerekli tedaviler yapıldı. Arkadaşların hepsi hizmet aşkıyla yapılması gereken her şeyi yaptı. Başarılı bir ameliyat geçirdik. 3 ay sonra ayağımın üstüne basabileceğimi söylediler. İki ayağımdan birinde büyük hasar meydana geldi, diğeri ise daha iyi durumda. Doktorlar başarılı bir operasyon geçirdiğimi ve kalıcı bir hasar olmayacağını söylediler. Emeği geçen tüm çalışanlara, başhekime şükranlarımı sunuyorum" dedi. "ABİMDEN ALACAKLARI VAR" Çelebi, olayın nasıl gerçekleştiğiyle ilgili olarak, "Benim ve ailemin adının böyle bir olay nedeniyle gündeme gelmesinden dolayı çok üzgünüm. Şahsıma yönelik bu saldırı ve yayınlanan haberler de üzücü. Bilgi kirliliği ortadan kalkmalı. Zanlı, 'para alacağım vardı ve vurdum' diyor. Benim parayla gündeme gelmem de hoş bir şey değil. DİSK olarak en önemli yanımız parasal konulardır. Duruşu, yaklaşımı ve harcamaları bellidir. Benim de, o şahısla 1 kuruşluk bir ilişkim olmadı. DİSK davasından hapis yatarken onlar Dev-Sol'dan yatıyorlardı. Beni mahalleden tanıyorlardı ve daha sonra yanıma uğradılar. Halıcılık yapıyordum ve şahsın abisine yardımcı oldum. Aldılar, sattılar ve abisiyle böyle bir ilişki içerisine girdik. İçtenlikle söylüyorum ki şahısla hiçbir ticari ilişkim olmadı; abisiyle oldu. Benim abim de abisinden borç almış. Bana da sordular ve 'böyle bir parayı ödeyebilir' dedim. Bu arkadaşlar beni vuruyorlar. DİSK Genel Başkanlığı makamı var ve bunu yapıyorlar. Abimden alacakları var... 'Ben sana 1995 yılında 225 bin mark verdim' diyor. 50 binini ödemişim 175 bin kalmış; ödememişim. Ama bu arkadaş şimdi piyasaya çıkıyor. Bunların hepsi hayali ve bu konuda toplumla yüzleşmeye hazırım. Bütün mal varlığımı, gelirlerimin tamamını şeffaflaştırmaya ve belgelerle ortaya koymaya hazırım. "DÜĞMEYE BASILMIŞ OLABİLİR" Burada iki temel nokta araştırılmalı. Psikolojik mi yoksa... Bu arkadaş gerçekten bunalım içinde değilse yani hastalığı yoksa başka türlü planlanmış organizasyon olarak tanımlarım. Bir yerden düğmeye basılmış olabilir. Psikolojik sorunu varsa o da tehlikeli ve sıkıntı verici bir şey. Yaklaşık 2 aydır bu işin peşinde. Bir iki defa alacağım var diye geldi. 'Böyle bir şey yok, uyduruyosun' dedim. '95 yılında verdim' dedi... Yeminlerin, kurulacak cümlelerin hepsini kendisine de kullandım. 'Kendini tedavi ettir' dedim ya da 'başka bir nedenle geliyorsundur' dedim. Burada söylediklerimi kendisine de aktardım. 'Para alırlar inkar ederler' dedi, 'sen de inkarcısın' dedi. 'Aramızdaki bu leşi kaldıracağız' dedi. Leş dediği para mı yoksa ben miyim? bilmiyorum tabi" dedi. OLAY ANI Çelebi, olay anını da, "Uzun süren bir tartışma sonrası; ki böyle bir para yok, bütün bir sülalemi bir araya getirsen böyle bir para çıkmaz, terledim diyerek ceketini çıkardı, kapıya yönelir gibi oldu ve kurşun sıkmaya başladı. Elimi yasladım. Koruma içeriye giriyordu, genel sekreter içerideydi ve müdahale etmeye çalıştı. Onlara 'müdahale etmeyin' dedi. Korumaya da çevirdi. Kapıyı itti ve kapattı. O an can havliyle ben ikinci şarjörü tabancasına koyarken eline dalıp kapıyı açtım ve içeriye gelip müdahale ettiler" şeklinde aktardı. "SENİ ÖLDÜRECEĞİM..." Saldırının öldürme amaçlı olup olmadığını konusunda da Çelebi, "Öldürme amaçlı değildi diyemem. İkinci şarjörü 'seni öldüreceğim' diyerek dolduruyordu. İlkini bacaklarıma sıktı. Ölümcül bir işe başladığı konusunda bir hissim var. Benim bazı kaygılarım var ancak bu çevre yaptı diye bir şey söyleyemem. Belirttiğim gibi iki temel nokta var. Ya psikolojik bir sorun var ya da çok iyi işlenmiş bir uygulama var. Şahıs birçok davadan yattı ve bunların içinde eroyin de bulunuyor. Sonuna kadar takip edeceğiz ama bir tek şu bilinsin ki kendisiyle ticari bir ilişkim yok. Ama kardeşiyle olmuştur; halı ticareti... Hapishaneden çıkan birçok arkadaşa da bunları yapmışımdır. 'İyilik yapmadım ki kötülük göreyim' derler ya ben bunlara iyilik yaptım ama..." ifadelerini kullandı. NE ZAMAN ÇIKACAK? Çelebi, taburcu tarihiyle ilgili olarak da, "Doktorlar 1 haftayı bulacak dedi. Bu süreçte yorgunluğumu da atarsam, belge ve bilgilerle kamuoyunu bilgilendirmeye çalışacağım. Ama dediğim gibi olayla ilgili ciddi kaygılar besliyorum" şeklinde konuştu.