AYNI SAATTE... AYNI YERDE... 0 Kommentare

İstanbulHALKIMIZAHasta tutsakların sağlık durumları gün geçtikçe kötüye gidiyor. AKP ve onun aklama mekanizması olan Adli Tıp Kurumu ise duruma kayıtsız kalarak hasta tutsakları ölüme terk ediyor.Bizler de hasta tutsaklarla dayanışmamızı sürdürerek, onların serbest kalmaları için mücadele etmeye devam ediyoruz.Her hafta olduğu gibi bu hafta da “hasta tutsaklara özgürlük” için yürüyoruz.TARİH: 29 OCAK 2010-CUMAYER: TAKSİM TRAMVAY DURAĞISAAT: 19.30ÇAĞRI, ÇAĞRI MERKEZİ ÇALIŞANLARI DERNEĞİ, ÇHD, DEVRİMCİ ALEVİ KOMİTESİ, DEVRİMCİ HAREKET, DEVRİMCİ 78’LİLER, DİVRİĞİ KÜLTÜR DERNEĞİ, EKD, EMEK VE ÖZGÜRLÜK CEPHESİ, EMEKLİ-SEN İSTANBUL ŞUBELERİ, EMEP, EROL ZAVAR’A YAŞAMA HAKKI KOORDİNASYONU, GÜLENSU-GÜLSUYU DERNEĞİ, KALDIRAÇ, KESK ŞUBELER PLATFORMU, KÖZ, ÖDP, PEN, PİR SULTAN ABDAL KÜLTÜR DERNEĞİ İSTANBUL ŞUBELER PLATFORMU, TAYAD, TECRİTE KARŞI MÜCADELE PLATFORMU, TECRİTE KARŞI SANATÇILAR, TKP, TUYAB, UİD-DER, ÜRÜN SOSYALİST DERGİDESTEKLEYENLER: BDSP, DİP GİRİŞİMİ, PROLETERCE DEVRİMCİ DURUŞ*AYNI SAATTE… AYNI YERDE…Devrimci tutsaklar onurumuzdur diyor, tecritin insanlık dışı bir uygulama olduğunu vurguluyoruz. Hasta tutsakların bu insanlık dışı uygulamalarla sessizce ölüme mahkum edilmesine izin vermeyeceğiz.Her hafta bu amaçla bir araya geliyor, sesimizi duyurmaya ve devrimci tutsaklarla dayanışmaya çağrı yapıyoruz. Bu hafta da yine Taksim Tramvay Durağı’ndayız. Aynı saatte aynı yerde aynı taleple yürüyeceğiz."Hasta Tutsaklar Serbest Bırakılsın"TARİH: 29 OCAK 2010-CUMAYER: TAKSİM TRAMVAY DURAĞISAAT: 19.30TAYAD’LI AİLELER***AnkaraHASTA TUTSAKLARA ÖZGÜRLÜKTECRİT İŞKENCESİNE, HAK GASPLARINA, TUTSAKLARIN TEDAVİLERİNİN ENGELLENMESİNE KARŞI HASTA TUTSAKLARIN SERBEST BIRAKILMASI İÇİN BİR KEZ DAHA BİRLEŞİYORUZ!HER CUMA OLDUĞU GİBİ, 17.30'DA YÜKSEL CADDESİ İNSAN HAKLARI ANITI ÖNÜNDEYİZ.TÜM HALKIMIZI HASTA TUTSAKLARI SAHİPLENMEYE;TECRİTE VE KEYFİ UYGULAMALARA KARŞI HASTA TUTSAKLAR İÇİN ÖZGÜRLÜK İSTEMEYE ÇAĞIRIYORUZ!29 ARALIK 2010/ CUMA17.30/ YÜKSEL CADDESİANKARALI AYDIN VE SANATÇILAR, DEVRİMCİ PROLETARYA, TAYAD, EHP, ANKARA DÜŞÜNCEYE ÖZGÜRLÜK GİRİŞİMİ, DHF, HALK CEPHESİ, PARTİZAN, ESP-G, BDSP, ÇHD, DİSK/ GENEL-İŞ, KALDIRAÇ, 78'LİLER GİRİŞİMİ, EROL ZAVAR'A YAŞAMA HAKKI KOORDİNASYONU

'Kritik görüşme'den birşey çıkmadı 0 Kommentare

Türk-İş Başkanı Mustafa Kumlu TEKEL işçileri için Başbakan Erdoğan ile yaptığı görüşme sona erdi. Kumlu, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile görüşmesinin ardından yaptığı açıklamada, hükümetin bu hafta sonuna kadar çalışma başlatacağını söyledi. Kumlu görüşme sonrası şu açıklamaları yaptı: "45 gündür kadın-erkek Türk-İş'in önünde eylem yapan arkadaşların sıkıntılarını konuştuk, müzakere ettik, önümüzdeki hafta sonuna kadar hükümet çalışma yapacak, çalışma neticesine göre Başbakan'la tekrar görüşeceğiz, çalışmayı gördükten sonra eylem yapan arkadaşlarla görüşeceğiz"Kumlu, "Dünden bugüne Türk-İş'in önünde değişen bir şey olmayacak mı? 46. gününde yine orada çadır kent kurulu olarak kalacak mı?" şeklindeki soruya, "Neticeyi almadan oradaki insanlara bir şey söyleyemeyiz biz. Bu neticeyi aldıktan sonra Sayın Başbakan'ın da onun için üç beş gün içinde bu işi neticelendirin demesinin nedeni de bu. O çalışmayı gördükten sonra biz o arkadaşlarla oturup, sizinle "arkadaş durum bu gidin mi' diyeceğiz, "eyleme devam mı diyeceğiz' orda belli olacak" yanıtını verdi. Tekel işçilerinin direnişi hakkında net bir tavır almayan Türk-İş yönetimi, bu tutumuyla hükümete göz kırpmaya devam ediyor. Zamanı bol olan Kumlu'nun günlerdir Ankara'nın ayazında dışarıda kalan işçileri ne kadar düşündüğü birkez daha bu tutumuyla ortaya çıkmış oldu.

Mehmet Uytun'nun ölümünü haberlestirmek Provokasyon'mus 0 Kommentare

Şırnak'ın İdil İlçesi'nde gözaltında yaşamanı yitiren DTP'li Resul İlçin, Cizre'de panzer çarpması sonucu ölen Yahya Menekşe ve yine Cizre'de gaz bombasının kafasına isabet etmesi sonucu yaşamını yitiren Mehmet Uytun adındaki bebeğin ölümüne ilişkin BDP'li Sevahir Bayındır'ın verdiği soru önergesini İçişleri Bakanlığı adına cevaplayan Şırnak Valiliği, İlçin'in kendi sağlık sorunlarından dolayı rahatsızlandığı ve yere düşerek öldüğünü iddia eti. İlçin'yapılan ilk otopside kafasında ve vücudunun değişik bölgelerinde darp izlerini olduğu yönündeki raporu görmezden gelen valilik, Uytun'un ölüm olayının haberleştirilmesini "provokasyon" olarak niteledi.

Hükümet Tekel eyleminde zaman kazandi 0 Kommentare

Daha önce TEKEL işçilerini 'provokatörlükle suçlayan' Başbakan Erdoğan, kurmaylarına yeni bir çalışma yapması için talimat vererek, işçilerle bir hafta sonra görüşmeyi kararlaştırdı. Hükümetin zaman kazanmaya yönelik eleştiren bazı işçiler sendikaların yeni bir değerlendirme yapmasını istiyor. 3

TEKEL İşçilerine Uluslararası Destek : Tekel işçileri için Dortmund çağrısı! 0 Kommentare

NGG (Alman Gıda-İş Sendikası)’nin Dortmund Bölge Şubesi, TEKEL işçilerine destek amaçlı, tüm sendikaları, işçileri ve göçmenleri, Ankara hükümetini dünya emekçilerine şikayet etmeye ve tüm Avrupa’da dayanışma bayrağını açmaya çağırdı! NGG’nin yazılı olarak yaptığı açıklamanın tam metni şöyle:29/30 ve 31 Ocak günleri her yer TEKEL, her yerde Dayanışma!Bir kamu kurumu olan TEKEL çokuluslu BAT (British American Tobacco)'e satıldı. TEKEL’in 12.000 çalışanının iş ve sosyal güvenceleri iptal edilerek 1 Şubat itibarıyla işten atıldılar. Bu süreçte ‘İşyeri Devirlerinde’ öngörülen İLO hükümleri ve geçerli türk kanunları çiğnendi. Sendika 4/A talep edip ‘toplu pazarlık’ isterken, işçilere 4/C dayatıldı.Bunun üzerine, işçiler ve Tek Gıda İş Sendikası başkentte direnişe başladı. Ankara’ya ‘çadırkent’ kuruldu. Aralık ayından beri Ankara’da kararlı, sendikal demokrasiye dayalı, birlik ve dayanışma içinde, disiplinli ve onurlu bir mücadele verilmektedir. İşçi hareketi, ülkenin her renk ve kökten insanını, bütün emek hareketini, demokrasi ve değişim isteyen tüm güçlerini birleştirdi. Konfederasyonar. DİSK, KESK ve TÜRK-İŞ sınıf için birleştiler. Ankara halkı, grevci işçilerin ihtiyaçlarını karşılamak için örgütlendi. İşçi hareketi toplumda sosyal adalet, demokrasi ve değişim dalgasının yaratıcısı oldu. Polisin kullandığı şiddet, jop ve gazlı saldırılar, Tek Gıda İş Sendikasını ve işçilerin birliğini dağıtamadı. Orada dramatik, onurlu ve tarihsel bir mücadele veriliyor.TEKEL dayanışmadır! Dayanışma sadakat!Kızılay semti her gün ve her gece binlerce emekçinin coşkulu gösterine tanık oluyor. Ama Ankara işçi sınıfın uluslararası ve tarihsel değerlerine de tanıklık ediyor. B.Brecht’in ‘YA HEP BERABER! YA HİÇ BİRİMİZ!’ şiiri sokakları çınlatıyor. Türkiye’deki linç kültürüne ve şovenizme karşı kenetlenerek ‘BİRLEŞE BİRLEŞE KAZANACAĞIZ!’ ve ‘YAŞASIN HALKLARIN KARDEŞLİĞİ!’ diyorlar. Grevleri, emeğin bereketli gücü ve dayanışmasıyla büyürken, tüm toplumun desdek ve sempatisini kazanıyor. TEKEL mücadelesinde dayanışma zerafetle yaşanıyor. Bir yanda Lazlar horon tepiyor, yanında Kürtler zılgıt çekiyorlar. Dünya emek örgütleri dayanışmaya çağırıyor! Tekel işçilerinin neo-liberal politikalara karşı yürüttüğü mücadele dünya emek örgütlerini de harekete geçirdi. IUF, EFFAT, ITUC ve dayanışma çağrısı yaptı. NGG Sendikası, maddi yardım başlatıp T.C. Berlin Büyükelçiliği’ne ‘protesto mektubu’ verdi. Tek Gıda Sendikası ve TEKEL işçileri dayanışmaya boğuldu. AKP hükümetini dünya halklarına şikayet edelim! Almanya’da pek çok işletme, şehir ve değişik sendikaların da dayanmışma insiyatiflerini kuran, Vida, Londra ITF, Unlever FNF ve CGT’den arayıp NGG telefonlarını kilitleyen sendikacı arkadaşlar, bu çağrımız sizedir: Avrupa Gıda Sendikalar Birliği EFFAT, Ver.di ve NGG Sendikaları Ankara’ya dayanışma ziyaretinde bulundu. EFFAT Genel Başkanı B.Vannoni Ankara’da ‘Hepimiz TEKEL işçisiyiz’ demişti. Biz de ‘Her yer TEKEL’ diyerek tüm sendikaları, işçileri ve göçmenleri her yerde dayanışmaya çağırıyoruz! Ve sizleri Ankara hükümetini;12000 TEKEL işçisi ve ailesini adaletsiz bir geleceğe mahkum etmeye çalıştığı için, ILO hükümleri ve geçerli kanunları çiğnediği ve işçilere şiddet kullandığı için, Temel hak ve özgürlüklerin başında gelen sendikal örgütlenme hakkını engellediği ve UNİlLEVER, SİNTER METAL, LSG SKY, E,KART’daki gibi binlerce aileyi mağdur ettiği ve yetim hakkı yediği için, AB’nin neo-liberal özelleştirme diktasına itirazsız boyun eğip bedelini Türkiye emekçilerine kestiği için,Mücadele eden sendikacıları ve demokrasi isteyen belediye başkanlarını tutuklattırdığı için ,Dünya emekçilerine şikayet etmeye ve tüm Avrupa’da dayanışma bayrağını açmaya çağırıyoruz! 29-30 ve 31 Ocak günleri her yer TEKEL olmalıdır! Her yerde dayanışma! 29-30-31 Ocak günleri fabrikalar, sokaklar, okullar barışçıl eylemlerle TEKEL olmalıdır. Bunun için tüm meslek örgütlerine, partilere, yerel derneklere, sosyal kurumlara şimdiden başvurmalı ve hazırlanmalıyız. Sendikacılar olarak Konsolosluklara giderek görüşme talep edip siyah çelenk bırakmalı ‘Hükümeti Protesto mektubu’ vermeliyiz. Bu çağrımızın ulaştığı her emekçi, her sendikacı ve gençten bulunduğu ülkede, şehir ve kasabada, okulda ve fabrikada TEKEL İşçileri için harekete geçmesini bekliyoruz. Ayrıca tüm stadyumlardan 29-30 Ocak maçları esnasında TEKEL işçilerini unutmamalarını bekliyoruz! Glück Auf !Vicdanınızı ve bilincinizi ayaklandırın! Başarıda emeğiniz olsun! Paranın gücü ve iktidarına karşı dayanışma! Dayanışma mesajları için: Maddi yardımlarınız için: Gewerkschaft NGG: SEB Hamburg (BLZ 200 101 11), Kontonummer 113 202 66 00 (Stichwort „soli-tekel’)Protesto mektuplarınız için:Tayyip Erdoğan, T.C Başbakanı, bimer@basbakanlik.gov.tr, Fax.: 0090-312-417 04 76 Beşir Atalay T.C İçisleri Bakanı, besir.atalay@icisleri.gov.tr, Fax.: 0090-312-418 17 95)ViSdP; M.Sträter, NGG Dortmund, Ostwall 17-21, D- 44145 Dortmund, Tel: 0231 55 79 79 0 nggdo@cityweb.de

CHD'den Hapishane Raporu 0 Kommentare

CHD'den Hapishane Raporu2
HAPİSHANELER BİR ÜLKENİN AYNASIDIRDÖNÜP BAKMALIYIZ!• Hapishanelerin toplam kapasitesi 104 bin 690 !• Mevcut hükümlü ve tutuklu sayısı 114 bin 647 !• Adalet Bakanlığından müjde! Yeni hapishaneler açılacak!!Hapishaneler ve tutuklu/hükümlüler niceliksel hesaplarla inceleme konusu edildiğinde, her yeni açılan hapishane yeni bir sorun yumağı haline geliyor.• 1 ve 3 kişilik hücrelerden oluşan F tiplerinde hiç kimse yatak sırası, tuvalet sırası, banyo sırası beklemiyor.• Ama gelin görün ki her gün yeni bir intihar girişimi ya da vakası yaşanıyor.• Anti-depresan ilaçlar verilerek tutuklu ve hükümlüler uyutuluyor.Tecrit/tredman sistemine dayalı F Tipi hapishaneler sisteminin çektiğimiz resmini ilgili tüm kişi ve kurumlarla, basın ve halkımızla paylaşıyoruz.Yer: İstanbul Barosu /Orhan Adli Apaydın Toplantı Salonu(Ada Cafe Altı)Tarih : 25.01.2010 PazartesiSaat : 12.30ÇAĞDAŞ HUKUKÇULAR DERNEĞİİSTANBUL ŞUBESİOrhan Adli Apaydın Sk. No:11/3 - Beyoğlu-İstanbulTel:212 245 04 40 Faks:212 245 04 41e-mail. chd.istanbul@gmail.com

Tecrit Her Yerde : 750 ETA üyesi açlık grevinde 0 Kommentare

Bask ülkesinin bağımsızlığı için mücadele eden ETA örgütünün İspanya ve Fransa hapishanelerindeki 750 üyesi hapishane koşullarını protesto etmek için açlık grevi başlattı. Bask gazetesi Gara’da yer alan ETA bildirisinde tutsakların İspanya ve Fransa’daki hapishane koşullarını protesto etmek için açlık grevine girdiği belirtildi. Her iki ülkedeki cezaevi koşulları için “zalimce” diyen ETA, demokratik düzenlemelerin yapılmasını istedi. Tutsaklar, şartlı salıverilmeleri gereken veya ağır hasta olan mahkûmların hemen serbest bırakılmasını ve tekli koğuşta tutulan mahkûmların diğer ETA üyeleriyle birlikte aynı koğuşa alınmasını istiyor. Aksi taktirde tutsaklar açlık grevi ile başlayan tepkilerini yıl içinde çeşitli şekillerde sürdüreceklerini dile getirdi.Bildiride ayrıca açlık grevine uymadığı ve disiplinsiz davrandığı belirtilen 5 ETA üyesinin de örgütten atıldığı ve bunların artık sadece kendi adlarına görüş beyan edebilecekleri ifade edildi. Bilbao’da yürüyüş Bask ülkesinin Bilbao kentinde de binlerce kişi sokaklara çıkarak tutsakların eylemine destek verdi. Eylemciler, aile görüşlerinin kolaylaştırılması için tutsakların Bask ülkesindeki cezaevlerinde toplanmasını talep etti. Madrid’deki Yüksek Mahkeme’nin bugüne kadar Bask hükümeti tarafından ETA’lı tutsakların ailelerine verilen yardımları iptal etmesinin ardından gerçekleşen eylemde tutsaklarla ve aileleri ile dayanışma mesajları verildi. Yardımların iptal edilmesi karının ardından ETA’nın olası eylemlerine karşı merkezi hükümet birkaç günlüğün alarm düzeyini yükseltti.

Suzan Zengin: Karşı karşıya kaldığım bu durum beni hiç de şaşırtmış değil 0 Kommentare

İşçi-Köylü Gazetesi'nin Kartal Büro çalışanı Suzan Zengin Bakırköy Kadın Hapishanesi'nden gönderdiği mektupla tutuklanmasına neden olan komployu ve hapishanedeki hak ihlallerini dikkat çekti. Zengin, Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformu'na gönderdiği mektubu aynen yayımlıyoruz:Merhaba,Ben Bakırköy Kadın Hapishanesi'nde bulunan tutuklu bir gazeteciyim.Yaklaşık 5 ay önce, açık bir komplo sonucu tutuklandım. Geçen bu süre zarfında ortaya henüz bir iddianame çıkmış değil. Yani keyfi bir biçimde tutuklu bulunmaktayım. Ne duruşma tarihim belli ne de hangi iddia ile tutulduğum netleşmiş değil anlayacağınız...Olayın "komplo" olarak adlandırdığım kısmına da kısaca değinmek istiyorum:Uzunca zamandır Umut Yayımcılık bünyesinde gazetecilik yapıyorum. İşçi-Köylü Gazetesi, Partizan Dergisi ve Yeni Demokratik Gençlik, periyodik olarak çıkardığımız yayınlar. Bunlar devrimci-sosyalist içerikli muhalif yayınlardır. Dolayısı ile ben de muhalif bir gazeteciyim. Muhalif kimliğimi uzun yıllardır açık açık taşımaktayım. Son 12 yıldır aynı evde ikamet etmenin yanı sıra, 3 yılı aşkın süredir de gazetenin Kartal Bürosu'nda çalışıyorum.Yani, muhalif kimlikle devrimci kurumlarda çalışan hemen herkes açısından "geçerli" olduğu gibi, benim de nerede oturduğum ve ne yaptığım polis tarafından da çok iyi bilinmekte. Buna karşın, 28 Ağustos 2009 tarihinde bir "yakalama emri" ile evimi basan polis tarafından gözaltına alındım. 4 gün tutulduğum İstanbul Emniyet Müdürlüğü'nde, 3 genç insanın daha evlerinden alınarak emniyete getirildiğini öğrendim. Ancak sözünü ettiğim bu kişiler daha önce hiç görmediğim, tanımadığım insanlar -ki onlar da beni tanımıyorlar. Sadece adliyeye getirildiğimizde nezarette karşılaştık. Sonuç olarak, onları da benimle birlikte tutukladılar.Zaten bu süreçte merak ettiğim bir diğer konu da, bu kişilerle benim aramda nasıl bir ilişki-bağ kuracakları. Komplo da işte burada ortaya çıkıyor! Tutuklanma sürecim kısaca böyle...Biraz da burada içinde bulunduğum koşullardan söz etmek istiyorum:Her biri ikişer kişilik 12 hücreli bir koğuşta kalıyoruz. Havalandırma sabah saat 08.00'den akşam 18.00'e kadar açık. Burada yaşanan en ciddi sorunlardan biri sağlık sorunu. Ciddi bir rahatsızlık durumunda, hastane sevki 6-7 ay, hatta daha uzun sürebiliyor. Revir doktorunun yazdığı ilaçlar, tetkik yapılamadığı için, genelde doğru teşhise dayalı olmuyor/olamıyor. Ben 52 yaşındayım ve geçirdiğim bir ameliyata bağlı olarak, hızlı kemik erimesi ve ülser, hipertansiyon, kolesterol yüksekliği gibi daha bir dizi, düzenli ilaç almamı gerektiren rahatsızlıklarım var. Bazı tetkiklerimin belli aralıklarla yapılması gerekiyor. Tabii bunları şu sıralar tutuklu olmam nedeniyle yaptıramıyorum. Benim dışımda da birçok tutuklu arkadaşın tedavi ettiremedikleri ciddi hastalıkları var.Genelde buranın durumunu ve özelde ise kendi durumumu kısaca aktarmaya çalıştım. Şunu da hemen belirtmek istiyorum ki; karşı karşıya kaldığım bu durum beni hiç de şaşırtmış değil.Muhalif basın ve de muhalif kimlikler uzunca yıllardır benzer sindirme-susturma girişimleriyle yüz-yüzedir. Bana uygulanan tutuklama komplosu da işte bu girişimlerinin bir parçasıdır. Ve gerek muhalif basın ve de gerekse çalışanları üzerinde devam eden, açık saldırı niteliğindeki bu girişimler her platformda ortaya konmalı ve teşhir edilmelidir.Kendi durumum üzerinden yapmaya çalıştığım da budur:Komplocu tarzda ve keyfi biçimde tutuklanmamı teşhir etmek!Suzan Zengin, Bakırköy Kadın Kapalı Cezaevi B/4

bdsp tekel için eylemlere çağırıyor !!! 0 Kommentare

TEKEL işçilerinin direnişi kapsamında Türk-İş yönetiminin aldığı sürekli eylem kararı doğrultusunda gerçekleştirilen Cuma eylemleri İstanbul'da ilk hafta gerçekleştirilen eylem dışında etkin bir biçimde değerlendirilememişti. Geçtiğimiz iki hafta gerçekleştirilen eyleler ise sendikal bürokrasinin ayak oyunlarıyla yasak savma havasında geçiştirilmişti. Bu haftaki eylemin ise Türk-İş İstanbul Şubeler Platformu tarafından 22 Ocak Cuma akşamı Taksim'de gerçekleştirileceği duyuruldu. 18.30'da Tramvay Durağı'ndan Galatasaray'a gerçekleştirilecek yürüyüş için BDSP de TEKEL direnişiyle dayanışmayı büyütmek için katılım çağrısı yaptı. Genel grev genel direniş içinTEKEL'le dayanışmayı yükseltelim!TEKEL işçileri, 38 gündür kararlı direnişleri, inançları ve azimleriyle tüm sınıfa moral ve direnç kaynağı olmaya devam ediyorlar. Bir yandan sermaye sözcüleri, direnişin büyümesinden ve yayılmasından duyduğu korkuyu türlü vesilelerle dile getirirken diğer yandan işbirlikçi sendika hainleri manevra alanlarının daralmasıyla ne yapacaklarını şaşırıyorlar. TEKEL direnişi taşıdığı potansiyelle dosta umut olmaya, düşmana korku saçmaya devam ediyor. Krizle birlikte geri çekilen, yıllardır kan bedeli kazandığı haklarını bir bir yitiren işçi sınıfına ihtiyaç duyduğu morali veren, mücadele konusunda yol gösterici olan TEKEL işçileri tüm eksiklerine rağmen direniş ateşini büyütüyor, 2010'a dair umutları arttırıyorlar. Şimdi ise esas görev sınıfın diğer bölüklerine ve emekten yana tüm kesimlere düşüyor. Şimdi görev, TEKEL işçilerinin yaktığı bu kıvılcımı yangına çevirmek ve bulunulan bütün alanlarda genel grev genel direniş sloganını somutlayabilmek olarak önümüzde duruyor. 17 Ocak mitinginden sonraki ilk eylemi, Ankara'da yaratılan havaya uygun bir biçimde geçirmek, bu öfke ve kararlılığı büyütmek hepimizin sorumluluğudur. TEKEL işçilerinin Sıhhiye'deki öfke ve kararlılığı, Sakarya sokaklarındaki mücadele azimleriyle; “Genel grev, genel direniş!” şiarlarımızla 22 Ocak Cuma akşamı 18.30'da Taksim Meydanı'na!

Tecrit Adli Tutsak Sezer Karnal'ı Öldürdü 0 Kommentare

TECRİT ÖLDÜRMEYE DEVAM EDİYOR. BOLU F TİPİ HAPİSHANESİNDE KALAN ADLİ TUTSAK SEZER KARNAL İNTİHAR ETTİ. ÖLDÜREN TECRİTTİR. F tipi hapishanelerin tecrit hapishaneleri olduğunu, burada tutsakların öldürülmeye çalışıldığını hep söylemiştik. 19 Aralık 2000 tarihindeki kanlı HAYATA DÖNÜŞ operasyonu ile açılan F tiplerinde yüzlerce tutsak tecrit koşullarına dayanamayarak intihar etti. Elbette intihar çözüm değildir. Ama asıl olarak tutsakları intihara götüren koşullar neler? Bunu tartışmak gerekiyor. Öldüren tecrittir. Avrupa'da ve Türkiye'de öldüren tecrittir. Neden sağlık sorunları olmayan insanlar F tiplerine kapatıldığında intiharı, ölümü seçerler? Sezer Karnal da adli bir tutsaktı. Bolu F tipi hapishanesine kapatıldı. Sezer Karnal 2010 / Ocak ayının ilk haftası hücresinde yaşadığı bir sorun nedeniyle gardiyanlar tarafından alındı ve "plastik oda" denilen süngerli tek kişilik hücreye kapatıldı. Burada sürekli dövüldü ve hakaretler edildi. Birkaç gün sonra süngerli hücreden alınan Sezer tek kişilik hücreye kapatıldı. Sezer tek kişilik hücrede kalmak istemediğini idareye bildirdiği halde tek kişilik hücreden alınmadı ve burada tutulmaya devam edildi. 13 Ocak Çarşamba günü tek kişilik hücreden alınması için kapıları döven Sezer 15 Ocak 2010 Cuma günü kendisini asarak intihar ediyor. Ölüm raporuna "psikolojik problemlerinden dolayı intihar etti" diye yazılıyor. Ama neden psikolojik problemler yaşadığını kimse sormuyor. Tecrit öldürüyor. Uluslar arası ve Ulusal bilimsel raporlarla insan sağlığını tahrip ettiği kesin olarak kanıtlanan tecritte ısrar yeni ölümler demektir. Daha yakın tarihte tecritte öldürülmeye çalışılan Güler Zere'yi zulmün elinden çekip aldık ve iyileşme belirtileri var. İşte bunun için tecrit öldürüyor diyoruz. İnsanları yalnızlaştıran, bunalımlara sürükleyen tecrittir. Tecrit kalkmadığı sürece intiharlar olacaktır. Sorumlusu tecritte ısrar eden iktidarlardır. İşte bunun için tecriti kaldırın diyoruz. 21.01.2010 TAYADLI AİLELER

Beynelmilel katilimiz... 0 Kommentare

Mehmet Ali Ağca’nın tahliyesinin Hrant Dink’in katledildiği 19 Ocak’tan bir gün öncesine denk gelmesi, kaçınılmaz olarak memleketimizin katil-maktul denklemi üstüne bir söz söylüyor. Ağca’nın avukatı Hacı Ali Özhan, müvekkili hakkında ‘yalan yanlış’ haberler çıkmasından müştekiymiş. “Olumsuz ve aşağılayıcı yorumlarla geçmişin acılarını istismar ederek düşmanlık üretmek yerine sevgi, anlayış ve hoşgörüyü amaçlayan yayınlara ihtiyaç varken 30 yıl hapis yatmış birisine haksızlık yapılmaktadır” demiş. Avukat, Ağca’nın dünyanın her yerinden sayısız film, kitap teklifi aldığını, onları değerlendirip bir karar vereceğini de müjdeliyor. Bir de Ağca, beş kıtayı gezmeyi düşünmekteymiş. Yakışmaz mı? Hatırlarsınız, Ağca, 12 Ocak 2006’da serbest bırakılmış, Adalet Bakanlığı’nın itirazıyla Yargıtay, tahliye kararını oybirliği ile bozmuştu. Tekrar tutuklanıp Kartal H Tipi Cezaevi’ne yollanmıştı. Artık bitti. Dönüşü besbelli muhteşem olacak. Artık bizim de dünya çapında ünlü bir katilimiz var işte. 2006 yılında yaşadığımız şaşkınlıktan da eser yok artık. Çıkışına “Taşeron Mesih” adlı bir biyografi bile yetiştirildi. Saygı Öztürk yazmış. Ne çok satacak kim bilir. 2006 yılında basın farklı bir ruh iklimindeydi. Sanki dünya ayaklarımızın altından çekilmişti. Evet, doğru. Katil aramızdaydı! Ama zaten hep öyle değil miydi?Herkeste (Adalet Bakanı’ndan sokaktaki vatandaşa kadar) bir çaresizlik, bastırılmış bir isyan, vakur bir celâl vardı. Başımıza bu da mı gelecekti? Gurur duyan Türkiye’yi temsilen hapishane kapısında Ağca’yı bekleyen bir avuç, kim bilir ardında ya da istikbalinde kaç şeref leşi olan ‘isimsiz’ dışında kimsenin aklı yatmıyordu demek Ağca’nın aramıza katılacağına; katılır katılmaz komünistlere atıp tutacağına, tehditler savurarak iş başı edeceğine? Oysa katilleriyle koyun koyuna yaşamaya, hatta giderek onların katil olduklarını unutup kravatlarına bakmaya, gün görmemiş sıpacıklar gibi saygıyla titreyerek onların deneyimlerinden yararlanabilmek amacıyla ağızlarına mikrofonlar tutmaya ve bunu asla yadırgamamaya alıştırılmış bir toplumuz. Bu toplumun birlik ve beraberlik içinde başarıyla oynadığı ortak rol, şaşkınlık olagelmiştir. Bu memlekette her an her koşulda şaşırabileceğimizi, bunun toplumumuzun olağanüstü dinamiğinin işareti olduğunu da böbür böbür hatırlatırız yeri geldiğinde. Oysa varoluşumuz, unutup barıştırılmak, zorla ve her koşul altında bildiklerimizden kuşkulanmaya yönlendirilmek üstüne mümkün olmaktadır. Yani yegâne varoluş imkanımız katillerimizle bir arada, saygı sınırları içinde seviyeli bir ilişki sürdürmektir. Mehmet Ali Ağca, kardeşinin de birkaç yıl önce gururlu bir mahalleli diliyle hatırlattığı gibi beynelmilel bir şahsiyettir. Gavurun tanrısına ateş etmiş, kubbe altında bağışlanmış, bu toprakların yetiştirmiş olduğu en şöhretli dünyalıdır. Kendini Mesih ilan etmişliği de cabası. Dudak uçuklatan bir sır perdesinin önünde duran işte böylesine zengin bir psikolojik malzeme. Yargısıyla, siyasi partileriyle, hükümeti ve basınıyla memleketin bütün güçleri onun serbest kalmasına karşı görünürken belki de gerçekten tanrının gizemli işleri çerçevesinde bir mucize koyuvermişti bu deli sandığımız mesihi parmaklıkların dışına. Basının vicdan kaslarıŞaşkınlıktan ve vatanı adına duyduğu hicaptan sesi toklaşmış, yıkılmış fikir erbabına bakacak olursanız, basınımızın vicdani kaslarına hayran kalmamak mümkün değildi. Oysa bu katil kadroyla amir-memur ilişkisi kanıtlanmış efendilerini silbaştan politik hayatlarının başında gazete kapılarında karşılayan, onların kalkan peşindeki kimliklerini meşrulaştıran aynı basın değil miydi? Pekiyi, bu adamlara dokunulamadıkça, onlar konuşmadık-konuşturulamadıkça, onların beslemesi bu gururlu katillerin içeride sonsuza dek tutulabilmesi mümkün müdür? Herkes kendi payına susarken, pazarlıktan başına düşen bedeli de ödülü de iyi biliyor? Patronları hâlâ subaşlarını tutmuş, devletin sır kasalarının üstünde otururken Ağca ve benzeri katillerin artık tatlı emeklilik günleri gelmiştir. Ağca ve tetik arkadaşlarıyla saygıdeğer efendilerinin işleri hiç de o kadar karmaşık, anlaşılamaz değildi. Yıllar boyunca kaydeden kaydetti. Saygınlığından hiçbir şey kaybetmeden, burnundan kıl aldırmadan karşımızda dikilen kurum ve kahramanlar, aşkıyla yanıp tutuştukları vatanları için savaşırken yarattıkları cehennemde üretti bu kadrolu zebanileri. Suyunu, silahını, kokainini, gururunu, ticaretini, haracını eksik etmedi. Gözü gibi baktı bu özel canavarlara. Kendi esas suretlerini tavan aralarında kilit altında tuttukları için tetikçileri kadar korkunç gelmiyorlar insanın gözüne. Kimi ‘reforme’ ülkücü fikir erbabı daha o zamandan öfkeliydi. Solcu olsa kimsenin böyle itirazı olmazdı diyesiydi emekli şerefliler. Katilime dokunma diyorlardı açıkça. Bu tahliye, uzlaşma barışma aynı potanın içinde erime projesinin önemli adımlarından biriydi. Hayatımızın her kuytusuna sinmiş, her yandan bizi kıskıvrak esir almış olan bu soylu büyük Türk projesi, sandığımızdan da güçlü direniyordu, değişime. Hâlâ da direniyor. Şimdi avukat bu topluma sevgi ve hoşgörüyü hatırlatıyor. Kanlı bir katil adına. Biz bu dili de gayet iyi biliyoruz. İpekçi cinayetinin kilit ismi Oral Çelik (hani Malatya’da öldürülen öğretmenle ilgili dava dosyası kaybolmuştu) saygın bir işadamı olmadı mı? Malatyaspor’un başkanı bile oldu. Savcı Doğan Öz ile 7 TİP’linin katili Haluk Kırcı 91’de Bursa Cezaevi’nden ‘yanlışlıkla’ tahliye edilmemiş miydi? 96’da yakalandığı gün İstanbul’da firar etmiş, 99’da yakalanıp 2004’te yine ‘yanlışlıkla’ tahliye edilmemiş miydi? Çatlı’yı hatırlatmaya ne gerek; Susurluk’ta arabadan çıktığında ondan yiğit bir Anadolu delikanlısı, Yılmaz Güney’in sağa bakanı yaratma çabasına girmiş ‘uygar beyaz’ basın erbabını unuttunuz mu? Mehmet Şener’e hiç dokunulamadı. Ya Ağca’yı eylem yerine kendisinin götürdüğünü söyleyip 10 yılla kurtulan Yavuz Çaylan’a ne demeli? Az kalsın MHP İstanbul İl Başkanı oluyordu. Yalçın Özbey, ki Ağca İpekçi’yi onun öldürdüğünü söylemişti, şimdi Brüksel’de ticaret yapıyor. Uluslararası silah ve uyuşturucu kaçakçısı ve Ağca’nın para kasası Abuzer Uğurlu’nun kaç kere yakalanıp diğer şeref erbabı hempaları gibi mistik yollarla serbest bırakıldığını hatırlıyor musunuz? Balgat katliamının İsa Armağan’ı yedi yıl yatıp çıkmadı mı? Ardında katliamlar olan diğer bir yiğit; İbrahim Çiftçi dört idam kararından sonra tahliye edilip iş hayatına atılmadı mı? MHP Genel Başkanlığı’na adaylığı da neden unutulsun? Bu memlekette bu isimleri say say bitiremeyiz. Üstelik bunlar telaffuz edebildiklerimiz. Bu kirli maşaları, bu gariban psikopatları yetiştiren, örgütleyen, kullanan, onlara şeref, memleketlerine gurur yakıştıranların adlarını açıkça anmak suça girer. Hem de öyle bir suç ki cezasını yukarıda andığım katillerden çok öderim. Bu sorgulanamamış suçlularla birlikte uygar Türkiye’nin geniş ufuklarına bakıyoruz nicedir. Ağca’nın biraderi, Abdi İpekçi’nin tıynetini sorgulama cüretini göstermişti. Kurbanların tıynetini sorguya açmak, elbet iyice alışkın olduğumuz bir tarih okuması. Bu da en azından tanımayan, bilmeyen, kendisine pek az şey aktarılmış yeni kuşakların kafasında katil-maktul ilişkisi açısından o kadar da berrak olmayan bir tablo oluşmasına yol açacaktır. İyi ya. Canım bakma, o İpekçi de az değilmiş hani!Hrant için de yüksek rütbeli subaylardan en müptezel fikir adamlarına kadar çeşitli zevat benzer sözler üretmemiş miydi? Devletin bütün aygıtlarının seçimi bellidir. Yüzyıl kadar önce, yıkılıp üstüne yeni Cumhuriyet’in inşa edildiği Osmanlı’nın yok ettiği -edilmesini örgütlediği- edilmesine göz yumduğu bir milyon civarında Ermeninin akıbeti üstüne soru sormak sizi anında hain kılacaktır. Lincin yolları en yüksek otorite tarafından açık tutulur. Ama arkasında kim bilir kaç ‘leşi’ olduğu bilinen, bu konuda gizlisi saklısı kalmamış bir maşa katilin cezaevi kapılarında aşk ve gururla karşılanması, kardeşi tarafından Abdi İpekçi’ye yönelik kirli sözler edilmesi karşısında otoritenin bir asabiyetiyle karşılaşmayız. Aksine, oldukça anlayışlı davranılıyor zaten bu yiğit orta Anadolu güzellerine. Onlar cesur. Onlar kilit tutmuyor. Tanrı onların yanında. Onlar bize sevgi, saygı ve hoşgörüyü öğretecek.

Bir Bebekten Katil Yaratan Zihniyet, Şimdi De Bir Katilden Kahraman Yaratıyor! 0 Kommentare

Gazeteci Abdi İpekçi'nin katili, Türkiye'deki gladio yapılanmasının tetikçilerinden biri olduğu iddia edilen ve Papa suikastı girişiminin ardından dünyada da tanınan bir isim haline gelen Mehmet Ali Ağca'nın 29 yıllık cezaevi yaşamı sona ererken, medyada yer alan haberler yeni bir medya kahramanının yaratılacağının sinyallerini veriyor. Bir bebekten katil yaratan karanlık zihniyet, bu kez bir katilden kahraman yaratma peşinde.Papa 2. Jean Paul'e düzenlenmek istenen suikastta tetikçilik yapan ve Milliyet Gazetesi yazarı Abdi İpekçi'nin katili Mehmet Ali Ağca, 29 yıllık hapishane hayatının ardından 18 Ocak Pazartesi günü tahliye edilecek. Cezaevinde kaldığı süre içerisinde Papa'nın elini öpmesiyle, mesih olduğu iddiasıyla, ardından evlenmek istediği açıklamalarıyla gündemden düşmeyen Ağca'nın, çıktıktan sonra da yerli ve yabancı basının gündemine oturması bekleniyor.Önceki gün Associated Press'e (AP) yazılı mülakat veren ve Times Gazetesi'ne mektup gönderen Ağca, serbest kaldıktan sonraki planlarını da avukatları aracılığıyla anlattı. Mesih olduğu iddiasını sürdüren, Papa 2. Jean Paul ile görüşmek istediğini açıklayan ve "mükemmel İncil'i yazacağım" diyerek yine gündemde kalacağının işaretlerini veren Ağca'ya yönelik medya ilgisi de bir katilden kahraman yaratılacağı izlenimini veriyor. PAPA SUİKASTINI ANLATACAK AMA İPEKÇİ CİNAYETİ SIR KALACAK Times Gazetesi, Ağca'nın anılarını anlatacağı bir kitabın kendisine 3 milyon Euro kazandıracağını yazarken, Ağca gazeteye gönderdiği mektupta Da Vinci'nin Şifresi adlı kitabın yazarı Dan Brown'a Vatikan Şifresi adlı bir kitap yazma önerisinde bulundu. Ağca avukatları aracılığıyla yaptığı açıklamada, Papa suikastına ilişkin cevapsız kalan sorulara tahliye edildikten sonra yanıt vereceğini, suikastta Kremlin ve Bulgar hükümetlerinin parmağı olup olmadığını açıklayacağını belirtirken, İpekçi cinayetine ilişkin açılan davada tanıklık yapmayı dahi reddettiği ve mahkemede yeminsiz ifade vermesi ise hala hafızalarda. Bir taraftan hayatının kitaplaştırılacağı, bir taraftan büyük paralar karşılığında televizyon programlarına katılacağı haberleri dilden dile dolaşan Ağca'nın, derin ve karanlık bağlantıları ise gözden kaçırılıyor. İpekçi'nin katili, Papa suikastının tetikçiliğini yapan, Mihri Belli'ye sıkılan kurşunların sahibi olduğu iddia edilen Ağca'nın yaşamı tam bir sır perdesi. AĞCA'NIN HİKÂYESİ TURAN EMEKSİZ LİSESİ'NDE BAŞLADI Malatya'da bulunan Turan Emeksiz Lisesi'nde ülkücü hareket ile tanışan Mehmet Ali Ağca, daha sonra beraber yürüyeceği Oral Çelik, Yavuz Çaylan, Mehmet Şener, Hamid Gökenç ile de burada tanıştı. Lisenin ardından Dil Tarih Coğrafya Fakültesi'ne kayıt yaptırdı. Hiç okula gitmeyen Ağca'nın Ankara'da silah arkadaşı Yalçın Özbey ve Abdullah Çatlı ile tanıştığı biliniyor. Ağca, Ankara'dan sonra İstanbul Üniversitesi İktisat Bölümü'ne kayıt yaptırdı. Fakültedeki kayıtta Ağca'nın ismi bulunmasına rağmen kendisine verilen kimlik başkası adına düzenlenmişti. Ağca öğrenciydi, ama ne Ankara'da, ne de İstanbul'da öğrencilik yapmıyordu. İPEKÇİ CİNAYETİNİ MALATYALI ÜLKÜDAŞLARIYLA BİRLİKTE YAPTI Ağca'nın İstanbul'da ülkücü hareket içerisindeki hızlı yükselişi devam ederken, Abdullah Çatlı, Mehmet Şener ile birlikte yaptıkları iddia edilen Milliyet Gazetesi Başyazarı Abdi İpekçi cinayeti Ağca'yı Türkiye gündemine oturttu. 1 Şubat 1979'da meydana gelen cinayetin ardından 25 Haziran'da Ağca yakalandı. Ancak emniyetin istediği ek gözaltı süresi verilmeyince soruşturma tamamlanmadan Maltepe Askeri Cezaevi'ne götürüldü. 5 ay cezaevinde kalan Ağca, 25 Kasım 1979'da Çatlı ve arkadaşları tarafından cezaevinden kaçırıldı. Bir süre Nevşehir'de bulunan lise arkadaşı Gökenç'in evinde kalan Ağca, Nevşehir Emniyeti'nden alınan bir pasaportla yurt dışına çıkarıldı. PAPA'DAN 19 YIL, İPEKÇİ CİNAYETİ VE 2 GASP SUÇUNDAN 10 YIL HAPİS YATTI Yurtdışına çıkarılan Ağca'nın gizli servislerle olan ilişkisi de Papa 2. Jean Paul'e yönelik olarak gerçekleştirdiği suikast girişimiyle ayyuka çıktı. Ağca 13 Mayıs 1981'deki girişimin ardından yakalanan Ağca, çıkarıldığı mahkemece müebbet ağır hapis cezasına çarptırılarak Ancona Cezaevi'ne gönderildi. Olaydan sonra Ağca'yı vicdanen affettiğini açıklayan Papa, Ağca'yı cezaevinde de ziyaret etti. 19 yıl Ancona Cezaevi'nde tutuklu kalan Ağca, 14 Haziran 2000'de İtalyan hükümeti tarafından Türkiye'ye iade edildi. Türkiye'de İpekçi davasından ötürü idam cezası bulunan, iki ayrı gasp suçundan müebbet hapis cezası alan Ağca, Kartal Cezaevi'ne gönderildi. Ancak cezalarında yapılan indirimlerle 10 yıl cezaevi yatıp serbest kalma imkânı bulan Ağca, 18 Ocak'ta tahliye oluyor. Ağca'nın yaşamı tam bir sır perdesi olarak kalırken, Turan Emeksiz Lisesi'nden başlayan arkadaşlıkları da Türkiye'deki gladionun bilinen yüzleri olarak tarihe geçti. İşte o isimler: Oral Çelik: Malatya Ülkü Ocakları Başkan Yardımcısı olan Oral Çelik, ilk cinayetini lise öğretmeni olan Nevzat Yıldırım'ı öldürerek işledi. Hakkında açılan davada ilginçtir 'dosya kaybolduğu' için düştü. İpekçi ve Papa suikastının kilit ismi olarak görülen Çelik, 1985'te İsviçre'de, 1986'da Fransa'da tutuklandı. 1993'te İtalya'ya teslim edilen Çelik, 4 Eylül 1996'da Abdullah Çatlı'nın serbest bırakılacağı teminatı verdiği iddiasıyla kendi isteğiyle Türkiye'ye teslim edildi. Çelik, 1997'de İpekçi cinayetinden yargılandığı davadan da görgü tanığının kendisini teşhis edememesi nedeniyle sadece 4 ay cezaevinde kaldıktan sonra serbest kaldı. Çelik daha sonra Malatyaspor Kulübü başkanlığına seçilirken, 2002 genel seçiminde Malatya'dan bağımsız milletvekili adayı oldu, ancak seçilemedi. Çelik şimdi bir işadamı. Mehmet Şener: Ağca'nın Şener'in yurt dışına çıktıktan sonra İpekçi cinayetiyle ilgili olarak suçladığı Mehmet Şener'in de İpekçi cinayetine karıştığı iddia ediliyordu. Suikastı organize ettiği ve Ağca'ya silahı verdiği iddia edilen Şener, Almanya'da yakalandı ve sosyal demokrat görüşten bir Kürt olduğunu söyleyerek sığınma hakkı istedi. Dönemin İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş Şener'in içeriden ve dışarıdan korunduğunu söylemiş, Ağca bile Şener'i 'Vicdansız, cani' olarak nitelemişti. Mehmet Şener hiç yakalanamadı ve yargılanamadı. Yalçın Özbey: İpekçi suikastında yer aldığı iddia edildi. Ağca'yı Maltepe Askeri Cezaevi'nden çıkan aracın onun olduğu biliniyor. İpekçi soruşturması sırasında yurt dışına kaçtı. Almanya'da uyuşturucu kaçakçılığı iddiasıyla yakalanan Özbey, Türkiye'ye iade edilmedi. Ancak Almanya'ya giden iki MİT görevlisinin Özbey'i sorguladığı ve bu sorgulamanın ses kayıtlarının daha sonra imha edildiği öğrenildi. Kırmızı bültenle aranan Özbey Türkiye'de hiç yargılanamadı ve şu an Belçika'nın başkenti Brüksel'de yaşadığı biliniyor. Yavuz Çaylan: İpekçi suikastında zanlıların kaçtığı arabanın ona ait olduğu iddia edildi. Çaylan daha sonra Macaristan'a kaçtı ve burada iş kurdu. Daha sonra Türkiye'ye dönen Çaylan, MHP İstanbul İl Başkanlığı'na adaylığını koydu, ancak bu adaylığı partinin genel merkezi tarafından engellendi. İpekçi cinayetini artık konuşmak istemediğini söyleyen Çaylan MHP'de aktif siyaset yapıyor. Hamit Gökenç: Ağca'yı cezaevinden kaçırdıktan sonra Abdullah Çatlı ile birlikte Nevşehir'de saklayan Gökenç, kendi pasaportunu da Ağca'ya vermişti. Daha sonra İngiltere'de uyuşturucu kaçakçılığı suçlamasıyla yakalanan Gökenç'in üzerinden Türkiye tarafından verilen kırmızı pasaport çıktı. Abdullah Çatlı: Türkiye'deki gladio yapılanmasının şefi olarak biliniyor. Beyazıt katliamı ve İpekçi cinayetinin azmettiricisi olduğu düşünülüyor. Susurluk kazası olarak tarihe geçen ve Türkiye'deki derin ilişkilerin sorgulanmasına yol açan kazanın aktörlerinden biri. Susurluk kazasında hayatını kaybeden Çatlı, Türkiye'de hiç yargılanamadı.(diha)MUSTAFA AYDIN

AGİT: Türkiye'de 3 bin 700 internet sitesine yasak siyasi 0 Kommentare

AGİT: Türkiye'de 3 bin 700 internet sitesine yasak siyasiAvrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT), Türkiye'de 3 bin 700 internet sitesinin 'keyfi ve siyasi' nedenlerle engellediğini açıkladı.AGİT, Türkiye'de medya özgürlüğü ve internette uygulanan sansürü konu alan 'Türkiye'de medya özgürlüğü ve internet sansürü' adlı raporu yayınlandı. Rapora ilişkin Avusturya'nın başkenti Viyana'da basın toplantısı düzenleyen AGİT'in medya özgürlüğü izleme başkanı Milos Haraszti, Türkiye'nin internet yasasının ifade özgürlüğünü korumada başarısız olduğunu belirterek, yasanın reform edilmesi veya kaldırılması gerektiğini söyledi.Haraszti, 'mevcut haliyle, Türkiye'nin İnternet yasası olarak bilinen, 5651 sayılı yasa, sadece ifade özgürlüğünü sınırlamıyor, keyfi şekilde vatandaşların bilgi edinmesini de engelliyor' dedi.Haraszti, Ankara'nın internet yasasının çok geniş ve siyasal çıkarlara konu olduğundan ötürü, AB'ye üye aday ülke Türkiye'nin, aralarında Youtube, Geocities ve Google'un bazı sayfalarının da bulunduğu 3 bin 700 internet sitesini siyasal gerekçelerle engellediği söyledi.Türkiye'de internet sitelerine ulaşımının tamamen engellenmesinin birçok modern sosyal paylaşım ağlarını felç ettiğini ifade eden Haraszti, 'Resmi nedenlerle bazı internet sitelerinin yasaklanması keyfi ve siyasidir, AGİT'in ifade özgürlüğü taahhütlerine aykırıdır' dedi.Türk hukukunun ifade özgürlüğünü korumada başarısız olduğuna da dikkat çeken Haraszti, bazı ceza kanunu maddelerinin, cezaevine girme riskiyle karşı karşıya kalmalarına neden olan gazetecilere yönelik uygulandığına dikkat çekti.Haraszti, 'Bundan dolayı internet yasasında 'reform veya kaldırma' temel önerimizdir... Türk yetkililerin, Türk vatandaşlarının günümüzdeki küresel bilgi toplumunun bir parçası olmasını önleyen engelleri yakın zamanda kaldırmalarını umuyorum' açıklamasına bulundu.ANF

Ermenilerden özür diliyorum... 0 Kommentare

Bir arkadaşımın resim atölyesinde otururken radyodan duydum acı haberi: "Ermeni asıllı yazar-gazeteci Hrant Dink'i vurdular." Olamaz dedim sadece. İlk tepkim "olamaz" kelimesinin bir isyan gibi sıkılan dişlerimin arasından fırlaması oldu. Daha bir ay önce İstanbul'da, Özgür Düşün Dergisi'nin düzenlediği "Aydınlık Sorgular Sempozyumu"nda konuşmacıydık ikimiz de. Ve ben Hrant Dink'i ilk kez orada görmüş ve dinlemiştim. İki gün süren, onlarca bilim insanı, şair, yazar ve gazetecinin katıldığı sempozyum hakkında izlenimlerimi soran arkadaşlara, beni en çok etkileyen Hrant Dink'in konuşması oldu demiştim. "Ağrı dağını bilirsiniz değil mi arkadaşlar" demişti Hrant Dink. "Dünyanın her yerine zorla dağıtılan Ermenilerin evlerinde mutlaka Ağrı dağının fotoğrafı vardır. Düşünebiliyor musunuz dört bin yıllık bir tarihin, uygarlığın yok edilişini. Ağrı dağının yerinden sökülüşünü tahayyül edebiliyor musunuz? O Ağrı dağı ki, yüksekliği kadar da kökü vardır yerin altında. Ve siz o kökü söküp atmayı başardınız. O halkı, birlikte yaşadığınız, o toprakların sahiplerini, dört bin yıllık bir kültürü yok ettiniz." "Ya sonra" diye devam etmişti Hrant Dink. "Hadi o olayların sorumluluğunu Osmanlı'nın üzerine attınız. Ya sonra ne oldu biliyor musunuz? Cumhuriyetin kuruluş aşamasında bu ülkenin nüfusu on beş milyondu. Tehcirden sağ kurtulup, Türkiye'de yaşamaya devam eden Ermenilerin sayısı ise üç yüz bindi. Bu gün itibariyle artan nüfusa paralel olarak, Türkiye'de bir buçuk milyon Ermeni olması gerekiyordu. Oysa kalan Ermenilerin sayısı kırk beş bin. Ne oldu? Kısır mıydı bu insanlar? Hayır. Cumhuriyet Türkiye'sinde de Ermenilere baskılar devam etti. Ve Ermeniler psikolojik, maddi baskılara dayanamayıp göç ettiler. Hâlâ da ediyorlar. Gözleri arkada kalıyor. Topraklarında. Ülkelerinde." "Bana göre" demişti Hrant Dink, sempozyumun konusuna gönderme yaparak, "Türk aydını sınıfta kalmıştır. Tarihiyle yüzleşmeyi göze alamamış, Ermeni sorununu tartışmaya açamamış, resmi ırkçı söylemlerden etkilenmiş ya da korkmuş susmuştur. Birkaç istisna dışında." Dinleyicilerden birinin "Soykırıma inanıyor musunuz? Soykırım yapılmış mıdır? Yoksa Ermenilerin ihaneti üzerine yaşanan iç savaşta karşılıklı katliamlar mı yaşanmıştır?" sorusu üzerine Hrant Dink iki elini havaya kaldırmış "evet" demişti: "Ne yazık ki evet. Nedenleri ne olursa olsun. Kim haklı, kim haksız tartışması bir yana, savaştan sonra çocuk, kadın ihtiyar herkes katliama ve tehcire tabi tutulmuştur." Soruyu sorana dönerek, "Sen" demişti, "İyi bir insansın ve inanmak istemiyorsun atalarının soykırım yaptığına. Ben de istemezdim. Empati yapabiliyorum. Sen soykırımın kötü ve utanç verici olduğunu biliyorsun ve inanmak istemiyorsun..."Hrant'ı vurdular Hrant'ı vurdular. Hrant Dink'i destekleme kampanyasına imzamla destek veren, onu uzaktan izleyen, ermeni arkadaşları olan ben, acı ve utançla kıvrandım. Acı duydum çünkü Hrant Dink gibi insanlar kolay yetişmezdi. Utanç duydum çünkü düşünmeme rağmen Ermeni sorununda yazı yazmamıştım. Geçenlerde Güney dergisinden arkadaşlar benimle röportaj yaparken, "Birçok konuda duyarlısınız. Kürt sorununu da çok işlediniz. Yazdınız. Neden Antakya'lı olduğunuz halde Araplarla veya Ermenilerle ilgili bir yazı yazmadınız" diye ilginç ve yerinde bir soru sormuşlardı. Ben de evet demiştim. Ermeni sorunu hakkında yazmam gerekiyordu. Ama yetişemedim. Dünyada ve ülkemizde o kadar çok sorun var ki yazacak. Ve bizim hayatımız rutin telaşlarla geçiyor. İş, aş, aşk ve çocuk, hayatımızın merkezine oturuyor. Üstümüze düşen görevleri yerine getiremiyoruz. Ve bu gün, "o yazıyı", Hrant'ın katledilmesinden sonra yazdığım için utanç duyuyorum. Hrant'ı vuran-vurduran gözü dönmüş insanlık düşmanlarından, ırkçı milliyetçilerin varlığından, onları destekleyen "devlet güçlerinden" ve "yasalardan", bu ülkenin bir vatandaşı ve Türk olarak utanç duyuyorum. Dört bin yıllık bir tarihi, uygarlığı, halkı yok ettiğimiz için utanç duyuyorum. Sünnet dramı Sürgün yıllarımda Paris'te tanıştığım, sonra aile dostları olduğum Türkiye Ermeni'si Vahan ve Liza'yı anımsıyorum. Vahan'ın günün birinde bana bir sır gibi mahcup ve öfkeli bir biçimde söylediği sünnet olayını. "Biliyor musun Adil" demişti Vahan, "Ben Hristiyanım ve sünnetliyim. Neden sünnet oldum? Türkiye'de askerde Ermeni ve Hıristiyan olduğum anlaşılıp baskı görmeyeyim diye babam sünnet ettirmiş." Sarsılmıştım bunu öğrenince. Bir insanı istemediği, inançlarına aykırı olduğu halde sünnet olmaya zorlayan, adı konulmamış toplumsal baskıyı düşünebiliyor musunuz! Ermenilerin Ermeni, Kürtlerin Kürt, Alevilerin Alevi olduğunu, göğüslerini gere gere söyleyemediği, kimi zamanlar kökenlerini-inançlarını konu komşudan, iş arkadaşlarından saklamak zorunda kaldıkları bir ülkenin vatandaşı (üstelik köken olarak egemen ulus ve mezhepten) olmaktan utanç duymamam mümkün mü? 1915 Tehcirinden sonra geride kalan bir avuç Ermeni'yi, Süryani'yi, Keldani'yi, Rum'u Cumhuriyet Türkiye'sinde ne tür baskılara maruz bıraktık, nasıl taciz ettik ve kaçırdık. Gönüllü sürgüne yolladık. Bellek tazeleyelim: 1942 varlık vergisi, 20 kura askerlik uygulaması, 6-7 Eylül 1955 talanı, 1971 yılından sonra gayrimüslim vakıf mallarına el konulması, 28 Aralık 1988 tarihli "sabotajlara karşı koruma yönetmeliği"nde potansiyel suçlular arasında "yerli yabancıların" yani gayri-Müslimlerin işaret edilmesi, politikacıların ağzını açtığı zaman "Ermeni" kelimesini küfürle özdeş tutması ve diğer toplumsal baskılar. İşte biz, "kardeşlerimiz" dediğimiz Hrant'ları, Vahan'ları, Liza'ları bu uygulamalarla, faşist yasalarla, saldırılarla yorduk, yıprattık, psikolojik olarak katlettik ve kaçırdık. Hadi 1915 tarihte kaldı diyelim ama cumhuriyet Türkiye'sinde, başta Ermeniler olmak üzere tüm gayrimüslimlere eziyet etmeye devam ettik. Onları korumadık. Hrant'ı korumadık. Koruyamadık. Hrant Dink, 10 Ocak 2007 tarihli son yazısında şöyle diyordu: "Kalmak ve direnmek. İyi de, gidersek nereye gidecektik. Ermenistan'a mı? Peki, benim gibi haksızlıklara dayanamayan biri oradaki haksızlıklara ne kadar katlanacaktı? Orada başım daha büyük belalara girmeyecek miydi? Avrupa ülkelerine gidip yaşamak ise hiç harcım değildi. Şunun şurasında üç gün Batı'ya gitsem, dördüncü gün 'Artık bitse de dönsem' diye sıkıntıdan kıvranan ve ülkesini özleyen biriyim, oralarda ne yapardım? Rahat bana batardı! 'Kaynayan cehennemler'i bırakıp, 'Hazır cennetler'e kaçmak her şeyden önce benim yapıma uygun değildi. Biz yaşadığı cehennemi cennete çevirmeye talip insanlardandık. Türkiye'de kalıp yaşamak, hem bizim gerçek arzumuz, hem de Türkiye'de demokrasi mücadelesi veren, bize destek çıkan, binlerce tanıdık tanımadık dostumuza olan saygımızın gereğiydi. Kalacaktık ve direnecektik. Bir gün gitmek mecburiyetinde kalırsak ama... Tıpkı 1915'teki gibi çıkacaktık yola... Atalarımız gibi... Nereye gideceğimizi bilmeden... Yürüyerek yürüdükleri yollardan... Duyarak çileyi, yaşayarak ızdırabı... Öylesi bir serzenişle işte, terk edecektik yurdumuzu. Ve gidecektik yüreğimizin değil, ama ayaklarımızın götürdüğü yere... Her neresiyse. Ürkek ve özgür. Dilerim böylesi bir terk edişi hiç ama hiç yaşamak mecburiyetinde kalmayız. Yaşamamak için fazlasıyla umudumuz, fazlasıyla da nedenimiz var zaten..." Ruh halimin güvercin tedirginliği. Hrant Dink (Agos'un Merceğinden Sayı:564-10 Ocak 2007 )Hrant'ın katili, silahı kullanan kalleş kiralık tetikçi değil tek başına. Onun katilleri ve onu yüzlerce defa öldürenler; halkı ona-onlara karşı kışkırtan kiralık kalemler, ırkçı-milliyetçi-faşistler, 301. maddeyi değiştirmeyip savunanlar, mahkeme kapısında onu linç etmek isteyen çapulcular ordusu yani insanlık düşmanlarıdır.Hrant'ı vurdular. Beni vurdular. 1978 yılıydı, Adana'da faşist bir pusuda onlarca mermiye hedef olmuş ve hastaneye kaldırılmıştım. Üniversiteden arkadaşlarım günlerce nöbet tutmuşlardı başımda. Ve bir kız arkadaşım ağıt yakmıştı başucumda. Hastane odasında. Aynı ağıtı ben, Hrant Dink için yakıyorum bu gün: "Hey gidi aslan oğlum/ Sana nasıl kıydılar/ Seher vakti tan sökende/ Sana nasıl kıydılar." Hrant'ı vurdular. Hrant'ın katlinde hepimizin sorumluluğu var. Ruhun şen olsun Hrant. Bu gecikmiş özrümü kabul et. Senden ve tüm Ermenilerden özür diliyorum. NOT: Bu yazı Hrant Dink katledildikten bir gün sonra yazılmış ve 22 Ocak 2007 tarihli Birgün gazetesinde 'Ermenilerden özür diliyorum' başlığıyla yayınlanmıştı. o tarihte henüz aynı adla başlayan özür kampanyası yoktu. Aynı yazıyı yeniden paylaşırken Hrant'ı saygıyla anıyorum

Selendili Romanlar Yaşadıklarını DGH’lilere Anlattılar 0 Kommentare

DGH Manisa faaliyetçilerinin kaleme aldığı bir yazıyı ve Selendili Romanlarla yaptıkları röportajı sizlerle paylaşıyoruz.Ülkemizde özellikle son yıllarda artarak devam eden linç kültürü, devletin ve kolluk kuvvetinin desteğiyle artarak devam ediyor. Aslında sınıflar mücadelesini incelediğimizde, özellikle bizimki gibi faşist diktatörlüğün olduğu ülkelerde hâkim sınıfların pek sık başvurduğu silahlardan birisidir linç kültürü.Egemenler tarih boyunca sisteme muhalif kesimler üzerinde linç girişimlerini kullanmaktan hiç çekinmedi. Osmanlı’dan günümüze kadar devam ede gelmiş bu anlayışla devlet bir gruba veya şahsa karşı, özellikle halkın hassas olduğu konular üzerinde derinden yaptığı demagoji ve çarpıtmalarla halkın bilinci bulanıklaştırılarak, kışkırtmalar yoluyla saldırılar ve katliamlar gerçekleştirilmiştir.Osmanlı Devleti döneminde gerçekleştirilen Ermeni katliamı, yine Osmanlı’nın son dönemlerinde ve cumhuriyetin ilk yıllarında artarak devam eden ve günümüze kadar taşan Kürtlere yönelik imha ve inkâr politikası, Alevilere yönelik yapılan Maraş, Çorum, Sivas, Gazi ve daha niceleri belleğimizdedir.Özellikle hâkim sınıfların son yıllarda yaşadığı ekonomik krizlerle birlikte fatura yine ezilen emekçi halka kesilmiş ve çıkışın çareleri de yine özelleştirme, işten çıkarma, süresiz izin ve tüpten sigaraya, ekmekten ulaşım ücretlerine yapılan zamlar da bulunmuştur. Son bir aydır TEKEL işçilerinin direnişi egemen sınıfların tahtını sarsmaya başlamış ve egemenler cephesinde tedirginlik yaratmıştır. Bu gibi direniş mücadeleleri içerisinde ezilen emekçi halklarımız, krizden çıkışın çaresinin örgütlenmeden ve emek mücadelesinin yükseltilmesinden geçtiğinin bilincine varma açısından ilerleme kaydetmiştir. Tam da bu sırada hâkim sınıflar, bu gelişimi baltalamak, halkı kutuplaştırmak ve ayrıştırmak için kültür ve kimlik farklılıklarını dayatıp, saldırılarını tırmandırmıştır. Bu bizim hiç de yabancı olmadığımız yüz yıllardır kullanılan böl parçala yönet politikasının bir ürünüdür.Linç kültürü palazlanılarak tekrar tekrar kullanılmaya devam ediliyorSadece son bir ayda 9 tane linç girişiminde bulunulmuş.6 Aralık 2009'da üç öğrencinin tutuklanmasıyla başlayan Edirne'deki gerginlik uzunca bir süre devam etti. İstanbul'dan tutuklamaları protesto için kente gidenlere “PKK’lı oldukları” iddiasıyla MHP'li sivil faşistler ikinci kez linç girişiminde bulundular.Malatya'da son bir ay içerisinde Kuzey Kürdistan’ın illerinden gelen üç ayrı yolcu otobüsü taşlı saldırıya uğradı.Malatya merkez çevre yolu üzeri Eski Köy Garajlarına yakın bir mesafede meydana gelen olayda, Muş'tan Mersin'e gitmekte olan Sadullah Tekse yönetimindeki 34 BU 8953 plakalı yolcu otobüsüne 2 kişi taş atarak kaçtı. Olayda şans eseri herhangi bir yaralanma olmadı.Yine Malatya'da 15 Aralık gecesi de Urfa'dan Trabzon'a gitmekte olan Mustafa Özdemir yönetimindeki 61 S 0171 plakalı yolcu otobüsü seyir halindyken yola çıkan bir kişi otobüsün ön camına taş atmıştı. Çevreyolu Sanayi Üst Geçidi’nde meydana gelen olayda ön koltukta oturan yolculardan Yasin Mines yaralanmış, olayın faili de bulunamamıştı.26 Aralık'ta meydana gelen olayda ise, Bitlis'ten İstanbul'a gitmekte olan yolcu otobüsüne iki taş atılması sonucunda otobüsün ön camı kırılmıştı.4 Ocak’ ta Erzincan da gözaltına alınan arkadaşları için basın açıklaması yapmak isteyen Gençlik Derneği üyesi 18 kişi sivil faşist grubun saldırısına uğradı.6 Ocak'ta Mersin'in merkez Akdeniz İlçesi'nde iki lise öğrencisi arasında kavga çıktı. Kavga sonrası Arap ve Türk kökenli yüzlerce kişi Kürtlere linç girişiminde bulundu.7 Ocak Aksaray Üniversitesi'nde öğrenim gören 3 Kürt öğrenci akşam saatlerinde şehir merkezinde bulunan bir alışveriş merkezinin önünde 50 kişilik bir grubun saldırısına uğradı. 1'i ağır 3 öğrenci yaralandı.16 Ocak’ta Malatya’ da devrimci-demokrat yurtsever öğrencilere karşı polis ve faşist bir grup birlikte saldırdı.Linç kültürünün son kurbanı: RomanlarYaklaşık iki hafta önce linç girişiminin mağdurları Manisa’nın Selendi ilçesinde yaşayan romanlar oldu.DGH faaliyetçileri, bu insanlık dışı saldırıya maruz kalan Roman aileleri ile buluşarak onlarla röportaj gerçekleştirdiler.Yaşanan olayların nasıl gerçekleştiğini, yereldeki halkın nasıl örgütlendiğini, yerel yönetimde bulunan gerici anlayışın tavırlarını ve güvenlik güçlerinin tutumlarını soran DGH faaliyetçileri, detaylarda gizli olanları açığa çıkardı.İlçenin MHP’li belediye başkanının halkı, belediye hoparlöründen linçe çağırdığını ifade eden mağdur aileler, bu girişim sırasında yine belediyeye ait dozer ve kepçelerin kullanıldığını söylediler.Bu gibi saldırıların, emperyalizmin böl-parçala-yönet politikalarının bir parçası olduğunu vurgulayan DGH’liler, ezilen Romanların yanına olacaklarını ifade ettiler.Gerçekleştirilen röportajı aşağıda yayınlıyoruz.DGH: Olaylar nasıl başladı?Bir Roman: Yılbaşı günü benim oğullarım kahveye gittiklerinde, çocuklarımı kahveye almamışlar ve dövmüşler. “Bizde Çingenlere verilecek çay yok” deyip aşağılamışlar. Bizim çocuklar da kahveye gidince tartışmışlar, kavga çıkmış. Oğlumun kafasını yarmışlar. Haber geldi hastaneye gittik. Benim beyim oğlanı öyle görünce -kafası kanlar içinde- orada kalp krizi geçirdi, vefat etti. Bu olaydan beş gün sonra ben evde oturuyordum. Dışarı baktığımda insanlar toplanmıştı, bir şeyler olacağını anladık tabi. Zaten hemen olaylar patlak verdi. Taşlarla sopalarla saldırmaya başladılar. Evlerimizin camlarını kırdılar önce, sonra da yakmaya başladılar. Canımızı zor kurtardık.DGH: Bu olaylar başlamadan önce yerel halkın size karşı tavrı nasıldı?Bir Roman: Bundan önce herhangi bir husumetimiz olmadı. Biz burada 35 yıldır yaşıyoruz. Ama son bir yıldır huzursuzluk vardı. Bu MHP’li Belediye Başkanı ve bunun yanındaki 5 arkadaşı sürekli halkı bize karşı kışkırtıyordu. Yani biz de bazı insanlarla kavga ettik. Çünkü bize sürekli Çingene deyip aşağılıyorlardı. Pazarda mal varken yok diyorlar, kahveye gittiğimizde buraya Çingeneler giremez, Çingenelere çayımız yok diyerek bizi aşağılıyorlardı. Hatta biz dilekçe toplayıp savcılığa şikâyet ettik. Ama nasıl olduysa dilekçemiz bile ortadan kayboldu. Anlayamadık. Bu ne biçim adalet.DGH: Saldırı sırasında ilçedeki Kaymakam, güvenlik güçleri ve Belediye Başkanı ne yaptı?Bir Roman: Belediye Başkanı anons geçti “insanlar toplansın” diye. Belediye başkanının bu tavrından sonra zaten eve taşlar yağmaya başladı. Belediye’nin araçları da katıldı zaten bu vahşete. Dozer ve kepçeyle benim yeğenimin arabası parçalandı. Polisler hiç karışamadılar, yani izlediler, anca havaya ateş açıyor ama halk da biliyor bir şey yapmayacağını, dağılmıyorlar. Kaymakamı hiç görmedik. Ama belediye başkanı bizzat içindeydi. Zaten Alaşehir’i arayıp iki otobüs, ülkü ocaklarından, genç getirtmişti. Yoksa Selendi’deki halk bunu bir başına yapamazdı.DGH: Son dönemde yaşanan linç olaylarıyla ilgili neler söylersiniz?Bir Roman: Şimdi bir yerde insanların arasına din, dil, ırk, mezhep gibi farlılıklardan dolayı anlaşmazlık çıkıyorsa orada pek insanlık aranmaz. İnsani değerler olmayınca bu tür görüntüler ortaya çıkıyor. Bizim yaşadıklarımızı gördünüz. Fazla söze gerek yok.DGH: Peki devlet size yardım etti deniliyor. Bir yıllık kiranızı, erzakınızı ve bilumum giderlerinizi karşılayacak... Sizce bu yeterli mi? Geri dönmeyi düşünüyor musunuz?Bir Roman: Yok... Geri dönersek bu kez kesin kan çıkar; ama burada da rahat değiliz. Biz bir yıl sonra ne yapacağız. Bak halimize, hiçbir şey yok evde. Çulun üzerinde oturuyoruz. Bizim orada bir düzenimiz vardı. Benim evim var orada, burada neden kira vereyim. Dönmek isterim ama oradaki halkı kışkırtıyorlar yoksa onlar bizim dostlarımızdı. Beraber oturup yemek yerdik çay içerdik biz. Ama işte olaylar böyle olunca ne yapacağımızı bilmiyoruz hele biraz zaman geçsin…DGH: Tüm bu yaşadıklarınızdan sonra insanlara söylemek istediğiniz bir şey var mı?Bir Roman: İnsanlar insan olduklarını unutmasınlar…

Hapiste -tecrit altında- hasta olmak Güler Zere ; 0 Kommentare

Hapiste -tecrit altında- hasta olmakGüler Zere ;Gelin hep beraber hasta olalım. Ama öyle sıcak yatakta yatan, buharı tüten bir tas çorba ile başımızda bekleyen sevdiklerimizi yanımızda olduğu bir hasta değil.Gelin hapiste hasta olalım. Hem de öyle ufak tefek hastalıklarla yetinmeyelim. Kalıcı, zorlu bir hastalık yerleştirelim vücudumuza. Belki çoğu cümleler abartılı gelecek ki "Yok ya bu kadarı da olmaz" dedirtecek ama oluyor, oldu da... Ve ben sizi kendi hastalık sürecimden gezdireceğim.Bir kere mapusta hasta olmak zordur. Revire çıkmayı bile 40 kere düşündürtür insana. Çünkü revir göz muayenesidir sadece. Hatta ve hatta doktor bazen o göz muayenesini bile çok görür. Sen karşısında durup derdini anlatmaya çalışırken onun bakışları masa üzerindedir. Hemen reçete yazmakla uğraşır. Sonra o reçete eline tutuşturulur, öyle dönersin hücrene. Reçetedeki ilaçların gelmesi günler bulur bazen. Sıcak bir çorba ise bulamazsın oralarda. Aç kalırsın çoğu zaman.Hastalığının adım adım ilerlediğini görürsün. Bu kez sevk yaptırmak için, kırk kez düşünürsün. Çünkü ring aracı hasta biri için zulümdür düpedüz. Ellerin kelepçeli ring aracının küçücük hücrelerinden birine koyulursun. Nefes bile alamasın. Yol boyunca kameradan gözetlenirsin bir de. Hastane de doktorun karşısına kelepçeli çıkarılırsın. Doktor o anda kararını vermiştir zaten. Kelepçelisin suçlusun! Kelepçen çıkarılmaz bazen, öyle almaya çalışır seni muayeneye. Ve bazen kelepçelerin çıkarılmaz, o zaman sen insanca bir muayene olmak istediğin için odadan çıkartılır, apar- topar hapishaneye götürülürsün.Sen böyle gide gele dururken hastalığın yerinde durmaz maalesef. Her geçen gün azar. Üstelik henüz tam teşhis bile konulmamıştır. Ve bir bakarsın en illet bir hastalıkla karşı karşıyasın. Öyle yavaş yavaş alıştıra alıştıra söylenmez hastalığın. Üstelik birde ekleme yapılır. "Çok geç kalınmış" Kimin suçu geç kalmak? Benim mi?..Ve alelacele yatırılırsın bir "mahkum koğuşu" dedikleri hücreye. Hücrede gördüğün tek renk beyazdır. Duvarlar beyaz, yataklar beyaz, ışık beyaz, içeri girenler beyaz.... Bir de yeşil üniformalı var içeri girenler arasında.Işık 24 dört saat yanar tepede. Üstelik öyle bir ışıkla yetinilmemiştir. 16 floransandan oluşan bir ışık toplamı vardır tam tepede. "Rahatsız oluyorum" demen bir şey değiştirmez. "Yasak" denmiştir bir kez askere komut verir gibi. Kapının üzerindeki camdan 24 saat gözetlenirsin artık.O asker gider diğeri gelir. Günde kaç kez askeri kep altında bakan gözlerle karşılaşırsın. Ve bazen olur ya dalmışındır. Sert bir şekilde cam tıklanır, sıçrayarak uyanırsın. "Ne var?" "Hiç" böyledir hücrede diyaloglar.Beyaz üniformalılar gelir yanına. Onlara göre ise bulunmaz bir eğitim alanısın (!) Staj mı yapılacak, sen varsın ya. Damar bulma adına, kollarına iğneler sokulur, çıkarılır. Kollarının yeri çoğu mosmor kalır sonrasında.Artık ameliyat günün gelmiştir. Sabahın bir saatinde yeşil ameliyat elbisesi giydirilir. Sedyeye yatırılırsın ama ellerin kelepçeli. Diyelim ki yakının bekliyor kapı önünde onunla göz göze bile gelemezsin. Etten duvar vardır önünde. Göz temasın bile yasaktır, öyle denir. Yanında gardiyan ve bir düzine asker. İşte bu kadar!Sonra ameliyata girerken öğrenirsin ameliyatın sana nelere mal olacağını. Böyle bir psikoloji ile girersin ameliyathaneye.Ve saatler sonra hücrede gelirsin kendine. Üzerinde yeşil ameliyat elbisesi vardır hala. Kollarında serum. Kendine gelip, tekrar kaybedersin kendini. O kendine geldiğin anlarda kapının diğer tarafında gardiyanın sesini duyarsın, adını çağırıyordur. Sen cevap veremezsin. Bu kez gelip pencerede "niye cevap vermiyorsun" diye üste çıkmaya çalışır hayasızca.İncedir ameliyat elbisesi. Saatlerce titrersin içinde. Dişlerin birbirine değer. Ama tek başına çıkaramazsın o elbiseyi. Sonra belki vicdanlı bir hemşire denk gelir o çıkarır üzerindekini. O da olmazsa senin kendi işini yapacak duruma gelmen lazım.Hafta da bir tek kişi kabul edilir 15 dakikalığına. Sesin mi duyulmaz, kalkamazsın. Olsun yine de kapı üzerindeki cama yaklaşmalısın. Orada ince bir aralık var, ayaklarının ucuna dikleşip yükselmelisin oraya yetişmek için. Sonrada 15 dakikalık görüş başlar. Daha nasıl olduğunun cevabını bile vermemişken "görüş bitti" der hemen görüşçünün arkasında duran ses.Sonrası hapishanedir. Her yemeği yiyemezsin ama sana göre yemekte verilmez. Çünkü yasaktır! Aç kalırsın çoğu zaman. Revire çıkarsın "iyi değilim" dersin ama işe yaramaz çünkü, bir kez gün verilmiştir hastane tarafından o gün götürüleceksin. Ve bu günlerce sürer. İyi olmaman o tarihi ileri almaz. O gün geldiğinde de yine yüzüne karşı hastalığın nüksettiği söylenir. Ve tekrar apar- topar bir zulme dönen hastane günleri başlar.Peki suçlu kim? Ben miyim?Böyledir hapiste hasta olmak. İyileşme umudunun olduğu hastalıklar bile iyileşemez duruma gelir. Ölüm koynunda yatar oralarda. Ve sık sık yoklar. O seni yoklarken sen güç almak için sevdiklerinin elini tutmak istersin, tutamazsın. O seni yoklarken senin gözlerin umutlanmak için sevdiklerinin gözlerini arar ama bulamazsın. Sesin tecritin beyaz duvarlarına çarpar.Gelin biz o seslerin sadece duvarlara çarpmasına izin vermeyelim. O sesleri dışarılara taşıyalım.

Üniversite Rektörlükleri, “Terör Uzmanları”yla El Ele Verip Yeni Bir Uygulama Keşfettiler: 0 Kommentare

Üniversite Rektörlükleri, artık açıkça polisle işbirliği yaptıklarını ifade ederek, demokratik ve meşru hak taleplerinde bulunan öğrencilerin ailelerine neden “yalan” mektuplar yazdıklarını savundular!Öğrenci velilerine mektup, uygulamasının son örneklerinden birisinin yaşandığı Antep’te, üniversite yönetimi kendisini şu ifadelerle savundu:“Amacımız öğrencileri rehabilite etmek… Birinci hedefimiz bu öğrencileri eğitime kazandırmak ve rehabilite etmek. Emniyetle işbirliği içindeyiz elimizde bazı ipuçları var. Her ay emniyetten terör uzmanlarıyla, sosyal dairelerden arkadaşlarla ortaklaşa toplantı yapıp karar veriyoruz.”Bu ibretlik satırların sahibi olan Üniversite yönetimleri, taşıdıkları gerici ideolojiyi, öğrenci velilerine gönderdikleri şu mektuplarda da açıkça dışa vuruyorlar ve öğrenci velilerini “çocuklarını ihbar etmesi”ni teşvik edecek raddede ileri gidiyorlar:“Huzur ve güvenli eğitimin sürekli kılınması için hoşgörülü ve anlayışlı yaklaşımımıza rağmen, üniversitemiz ... Fakültesi ... Bölümü öğrencisi ...’nın kampüs içerisinde yasadışı bildiri dağıtma, yürüyüş, toplantı gibi eylemlere katıldığı tespit edilmiştir. Adı geçen öğrencinin olumsuz sonuçlarla karşılaşmaması bakımından üniversitemizce gereken tedbirler alınmış ise de bu konuda ailenizin de çocuğunuzla yasadışı eylemlere katılmaması bakımından görüşmesinin yararlı olduğu düşünülmektedir. Rektörlüğümüz ile işbirliği içerisinde güvenli eğitime yapacağınız katkılardan dolayı teşekkür eder, saygılar sunarım.”Bu uygulamaların benzerlerine diğer bazı üniversitelerde de rastlanmıştı:Karadeniz Teknik Üniversitesi’nde ilerici, devrimci, demokrat öğrencilerin fotoğrafları, imzasız mektupla gönderilmişti.Hacettepe Üniversitesi Rektörlüğü de ailelere mektupla çocuklarının eylemlere katıldığını yazmıştı.Ankara Üniversitesi daha da ileri giderek, “çözüm”(!) için bir adım attı ve mektubuna Tıp Fakültesi Ruh Sağlığı Anabilim Dalı’na bağlı Kriz Merkezi’nin iletişim numarasını koydu.Dumlupınar Üniversitesi, Eğitim-Sen önlüğüyle 1 Mayıs’a katılan öğrencisinin fotoğrafını ailesine yollayıp hakkında işlem yapmakla tehdit etti.Sinop Üniversitesi’ndeki bazı öğrencilerin ailelerine yollanan imzasız “Ben oğlunuz / kızınızın hocasıyım” diye başlayan mektupta “Solcu düşünceler içeren söylemlerde bulunuyor” denilerek, ‘vatan sevgisi ve hayırlı insan’ kavramlarından bahsedildi.

4 milyon işçi çocuktan biri olan Süleyman yangın merdiveni olmayan atölyede can verdi 0 Kommentare

stanbul Fatih'te bir ayakkabı imalathanesinde işe başladığı ilk gün yaşanan patlamada yangın merdiveni olmayan binada dayısı ile birlikte yaşamını yitiren 15 yaşındaki Süleyman Olgun, okul çağında iş yaşamına sürülen ve iş cinayetine kurban giden yüzlerce çocuktan bir olarak istatistiklerde sadece rakam olarak yerini aldı. Devlet İstatistik Enstitüsü (DİE) tarafından yapılan son araştırmaya göre ise Türkiye'de yaklaşık 4 milyon Süleyman risk altında her an iş cinayetine kurban gidebilir durumda.İş aramak için bir süredir İzmir'de giden Mehmet Şerif Olgun, iş bulamaması üzerine İzmir'den dönerek 15 yaşındaki yeğeni Süleyman Olgun ile birlikte Fatih'te bulunan daha önce de aynı işi yaptığı ayakkabı atölyesinde dün işe başladı. Bir iş hanının üçüncü katında bulunan atölyede ilk iş gününde ayakkabı kurutma işleminde kullanılan fırının patlaması sonrası çıkan yangında dayı ve yeğen hayatını kaybederken, 5 işçide yangından yaralı olarak kurtulabilmişti. Çocuk işçi Süleyman ve dayısının cenazesi Adli Tıp Morguna kaldırıldı ve bugün sessiz sedasız defnedilmesi bekleniyor. Patlamanın nedeni olarak ise ayakkabıların tabanlarının yapıştırıldıktan sonra kurutulmasında kullanılan fırındaki basıncın yüksek olması gösterildi. Ancak can kaybının yaşanmasının en büyük nedenlerinden biri ise iş hanının üçüncü katında bulunan atölyenin yangın merdiveninin olmaması sonucu işçilerin yangından kaçamamasıydı.Daha önce de benzer bir kaza yaşadıKendi de ayakkabı atölyesinde çalışan, faciada hayatını kaybeden Mehmet Şerif Olgun'la son olayla benzer bir kazayla karşı karşıya daha kaldıklarının bilgisini veren kuzeni Abdullah Yel, geçmişte çıkan o yangını, yangın tüpünün yardımıyla kendi imkânlarıyla söndürebildiklerini aktardı. Yel, dayı ve yeğenin hayatını kaybettiği iş yerinin düzgün bir yer olması halinde kendisinin de o iş yerinde çalışmaya başlayacağını kaydetti. Bu tür atölyelerde güvenlik önlemi alınmadığı gibi işçilerin sigortasız çalıştırıldığını ifade eden Yel, bu işten ayakkabının çift başına 1,5 ila 2,5 Lira arasında para kazanıldığını söyledi. Bu tür atölyelerde ayakkabının çifti üzerinden ücret alındığı için işçilerin daha fazla kazanmak için gece-gündüz çalışmak zorunda kaldıklarını belirten Yel'in kullandığı 'Sabah, akşam bedenimizin yorgunluğunu düşünmeden çalışıyoruz. Eve geldiğimiz de ancak kendimizi yatağımıza atıp, uyuyabiliyoruz. Biz işçilerle ilgili eylemlere bile gidemiyoruz, niye derseniz biz kendimizi köle olarak görüyoruz' ifadeleri sektördeki gerçekliği de ayna tutuyor.'Çocuk işçiler büyük sorun olarak ortada duruyor'Avrupa ülkelerinde olduğu gibi kendilerinin de emekleri sömürülmeden sekiz saat çalışmak istediklerini kaydeden Yel, 'Bu olmadığı müddetçe, bu tür olaylar zaman zaman yaşanacak. Yaklaşık üç senedir bu iş içerisindeyim. Bu tür kazaların yaşanmaması mümkün değil' diye konuştu. Elim kazada hayatını kaybedenlerden Süleyman Olgun'un ise henüz 16 henüz yaşında olması çocukların sömürülmesi sorununu yeniden gündeme taşıdı. Fabrika ve atölyelerin dişlileri arasında vücutları ölçütünü ötesinde çalıştırılan çocuk işçiler, büyük bir sorun olarak ortaya durmaya devam edecek gibi. Çocuk işçiliğinin her geçen gün arttığı Türkiye'de Devlet İstatistik Enstitüsü'nün (DİE) 2008'de yaptığı son araştırma sonuçlarından akılda kalanlar, durumun vahametini görmek açısından yeterli.Türkiye'deki çocuk işçi sayısı 4 milyon'a yakınAraştırma sonucuna göre 6 ile 14 yaşları arasında 11 Milyon çocuğun bulunduğu Türkiye'de 3 Milyon 842 Bin çocuk iş dünyası içerisinde çalışıyor gözüküyordu. 14 saate varan çalışma saatlerinin yanında sigortasız bir biçimde çalıştırılan çocuk işçilerin yer aldığı sektörler geniş bir yelpazeye sahip. Oto sanayiden, tekstile, simit satıcılığından, ayakkabı tamirciliğine kadar geniş bir alanda çocuk işçilere rastlamak mümkün iken, saptanan ortalama çalışma yaşı ise 13. Çocuklardan yüzde 37'si okuyamadığı, yüzde 24'ü meslek öğrenmek için, yüzde 17'si de aileye katkı sağlamak için çalışma hayatına atılmak zorunda kalmakla birlikte, yüzde 64'e yakını kazandığı paranın tamamını ya da çoğunu ailesine veriyor. Avrupa ülkeleriyle kıyaslandığında Türkiye'deki olumsuzluklar biraz daha görünür hale geliyor. Türkiye'de çocukların yüzde 24'ü çalışırken bu sayı Brezilya'da yüzde 16, Mısır'da yüzde 11, Pakistan'da 17, Senegal'de yüzde 31, Avrupa Birliği ülkeleri ve ABD'de ise ortalama yüzde 2'nin altında.

Grup Munzur Yarın Açlık Grevinde Olan Tekel İşçilerini Ziyaret Edecek> 0 Kommentare

HALKIN SANATÇISI HALKIN SAVAŞÇISIDIR!!Aydınlar, Sanatçılar Düzenleyecekleri Oturma Eylemiyle, Tekel İşçilerinin Açlık Grevine Destek Sunacaklar! Saat 13.30’da Grup Munzur TEKEL işçilerine yönelik bir dinleti verecek. Oturma eylemine İsmail Beşikçi, Fikret Başkaya, Haluk Gerger ve Sibel Özbudun da destek verecek. Tüm Munzur Sevenleri Tekel İşçilerinin Haklı Kavgasını Sahiplenmeye Çağırıyoruz!

8 askere 'neden ölmediniz' cezası 0 Kommentare

HAKKARİ - Hakkari'nin Yüksekova İlçesi Oramar Bölgesi'nde Dağlıca Taburu'na yapılan baskında gerillalar tarafından esir alınan 8 askere verilen cezanın gerekçesi açıklandı. Gerekçeli kararda, "Asker silah bırakıp teslim olmaz" denildi.Hakkâri’nin Yüksekova ilçesi Dağlıca bölgesinde askeri tabura yapılan saldırının ardından PKK tarafından alıkonulduklarından dolayı yargılanan 8 asker hakkında sonuçlanan davanın gerekçeli kararı açıklandı. Kararda er Ramazan Yüce'nin, ‘Görevi İhmal', ‘Askeri itaatsizliğe teşvik etmek', suçlarından 2.5 yıl ceza aldığı hatırlatıldı. Er Yüce'nin ‘Yurt dışına firar’ suçundan beraatına, ‘Suç ve suçluyu övmek' ile ‘Zincirleme olarak basın ve yayın yoluyla bölücü terör örgütünün propagandasını yapmak' suçlarından görevsizlik kararı verildiği belirtildi.'ASKERLER SİLAH BIRAKIP TESLİM OLMAZ'Van Jandarma Asayiş Kolordu Komutanlığı Askeri Mahkemesi tanık ve sanık askerlerin ifadelerine dayanarak hazırladığı gerekçeli kararda, vatani görevlerini yapan askerlerin silah bırakıp teslim olmalarının kabul edilemeyeceğini vurgularken şöyle denildi:“Şartlar ne kadar olumsuz olursa olsun, açıklanan mevzuat hükümleri uyarınca sanıkların (askerlerin) şahsi tehlike korkusunun yenerek mücadelelerine devam etmeleri, silahlarını bırakarak teslim olmamaları gerektiği açıktır. Yakın tarihimizde daha da olumsuz şartlara rağmen atalarımızın hayatlarını feda ederek vatanı bizlere emanet etmiş olduklarını gözden uzak tutmamak gerekmektedir. Aksi takdirde yani bu tür insani duyguları bahane edilerek olaya yaklaşılması durumunda, askerlik mesleği ve dolayısıyla vatan savunmasını yapılmayacağı bir gerçektir. Nitekim olay esnasında da yaşanan olumsuz şartlara rağmen üs bölgesinde görevli olan diğer personel, 12 personel şehit olmasına, 17 personel yaralanmasına rağmen canları pahasına çatışmaya devam etmiş, silahlarını bırakıp teslim olmamıştır.”Mahkemenin gerekçeli kararında, aniden başlayan saldırı sırasında askerlerin çoğunun hazırlıksız olduğu, irtibat kopukluğu ve sevk idarede görülen olumsuzluklar nedeniyle etkin bir mücadele yapamadıkları anlatıldı. “Olayın gece saatlerinde ve özellikle yoğun sis sebebiyle görüşün olmadığı bir sırada yaşandığı anlaşılmaktadır” denildi.Van Jandarma Asayiş Kolordu Komutanlığı Askeri Mahkemesi'nde 25 Aralık 2009'da görülen ve 2 saat süren duruşmada er Ramazan Yüce 2.5 yıl hapis cezasına çarptırılırken, diğer 7 asker için de ‘görevi ihmal’ suçlarından verilen cezalarda ‘hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına’ karar verildi. 1 yıl 3 ay ile 1 yıl 8 ay arasında değişen sürelerde ceza alan askerlerin, 5 yıl içersinde suç işlememeleri gerekiyor.Yüksekova İlçesi'ndeki Dağlıca Taburu'na, 21 Ekim 2007 gecesi gerillalar tarafından yapılan baskında 12 asker ölmüş, 17'si yaralanmış ve 8 asker de gerillalarca teslim alınarak Güney Kürdistan'a götürülmüştü. Askerler, kapatılan DTP milletvekillerinin aracılığı ile Türkiye'ye teslim edilmiş ve teslim edilen askerler hakkında Van Jandarma Asayiş Kolordu Komutanlığı Askeri Mahkemesi'nde dava açılmıştı. 8 asker, ‘Suçun vasıf ve mahiyetinin askeri disiplini aşırı derecede sarsmış olması’, ‘Büyük zararlar doğuran emre itaatsizlikte ısrar suçunun işlendiğini gösteren kuvvetli delillerin bulunması’ ve ‘İzinsiz olarak başka ülkenin topraklarına geçmek’ gerekçesiyle tutuklanmıştı. Uzman Çavuş Halis Çağan, çavuş Mehmet Şenkul, erler Ramazan Yüce, Fuat Başoda, İlhami Demir, İrfan Beyaz, Özhan Şabanoğlu ve Fatih Atakul adlı askerler hakkında askeri savcı iddianame hazırladı. İddianamede Er Ramazan Yüce için ağırlaştırılmış ömür boyu diğer sanık askerler için 3- 7 yıl hapis cezası istendi. Sanık askerler 1 Şubat 2008'de yapılan ilk duruşmada da tahliye edildi. Dava süreci içinde sanık askerlerin terhisleri verildi, Uzman Çavuş Halis Çağan daha sonra askerlikten istifa etti. ANF NEWS AGENCY(

Demiryolcular TEKEL için açlık grevinde 0 Kommentare


TEKEL işçilerinin Ankara'da Türk-İş Genel Merkezi önündeki direnişleri 37. gününe ulaşırken 19 Ocak günü başlayan açlık greviyle eş zamanlı olarak KESK'e bağlı Birleşik Taşımacılık Çalışanları Sendikası (BTS) İstanbul Şube ve İzmir Şube üyesi demiryolu emekçileri de bir günlük açlık grevine başladı.Haydarpaşa'da açlık grevi başladıTEKEL işçileriyle dayanışmayı yükseltmek, meclise gelmesi beklenen demiryolu yasasının yaratacağı sonuçlara ve TCDD'nin özelleştirilmesi saldırılarına dikkat çekmek amacıyla 20 Ocak sabahı Haydarpaşa Garı'nda açlık grevi başlatan BTS üyeleri saat 11.00'de basın açıklaması yaptılar. TCDD'nin, Telekom ve TEKEL'deki süreci yaşayacağına dikkat çeken BTS üyeleri adına açıklama yapan BTS İstanbul 1 No'lu şube Başkanı Hasan Bektaş, TCDD'deki özelleştirme ve tasfiye sürecine dikkat çekti.Kutuluşun tüm emekçilerle birlikte ortak mücadeleden geçtiğine vurgu yapan Bektaş, “Bugün TEKEL'i seyredersen yarın aynı durum senin başına gelecek!” diyerek TEKEL direnişiyle dayanışma çağrısı yaptı. “Zafer direnen emekçinin olacak!”, “TEKEL işçisi yalnız değildir!”, “Yaşasın sınıf dayanışması!” sloganlarını atan demiryolu emekçileri Bugün TEKEL yarın TCDD, TCDD; Telekom, TEKEL olmayacak” ve “TEKE direnişini destekliyoruz, açlık grevindeyiz” pankartlarını açtılar.Üzerlerinde “Yaşasın dayanışma grevimiz”, “Yaşasın birleşik mücadelemiz”, “Açlık grevindeyiz” yazılı önlükler giyen BTS'lilerin açlık grevi 20 Ocak günü saat 17.00'ye kadar sürecek. Saat 14.00'te ise KESK İstanbul Şubeler Platformu açlık grevindeki BTS'lilere destek ziyaretinde bulundu.

HIRANT DİNK ANISINA.... 0 Kommentare

Siz vurdunuz güvercinleriAydınlığa süzülen kanatlarından!Kararttığınızımı sandınız beyinleriYoksaSöylenmezmi sandınız ardındanSustuğu tüm sözleri?Bakmayın kirletmeyin kanadını!Üzgün ifadeli maskenizi takıpSonraEn sahtekâr tavrınızı takınıpAcıyı utandırmayınBakmayın!KorkmayınHaydi çıkarın maskenizi!Bakmak için değilGörmek içinGörerek bakmak için.Haydi görünVurduğunuzu sandığınız kanatlarındanOnuruyla yamadığı ayaklarındanBinlerce HRANT DINK doğdu!Ya siz;Vatan dediği topraklaraHrant'ların kanını döktükçeDamarlarınızda dolaşanNe olduğu belirsiz kanınız donacak!Utanmadan bakabildiğiniz aynalar bileAlçaklığınızın utancıylaLanetlenmiş suratlarınıza tükürecek!Ama siz yine utanmayacaksınızRezil yüzleriniz kızarmayacakHrant'ların kanında boğulacaksınız!En Ermeni,En Kürt,En Türk,En İnsanYanlarımızı kanatıp acıttınız!Hrant'ın bir damla kanındanBinlerce Hrant Dınk yarattınız..Perdelenmiş lanetli gözlerinizBiz vatan hainlerini,Biz Hrant Dınk'leri,Biz Ermeni'leri,Biz Kürt'leri,Biz ezilen Türk'leri,Biz insanları bile görmekten acizkenAkıttığınız kanlarımızda boğulupÖldürdükçe siz zavallılar tükeneceksiniz! !20.01.2007*TABUTUNA GÜVERCİN KONDUĞUNDA*O tabut sanaSende ona hiç yakışmadınız!Acının doruğa ulaştığı noktadaKelimelerimin tükendiğini gördümSevdiğin ezgilerleVatan haini uğurlanıyorSarı gelin bugünBir başka türlü ağlıyor!Rahat uyu HrantGözlerimizdeki yaşlarSeni geri getirmeye yetmeyecek!Rahat uyu...

Her şey TEKEL için: Tek yumruk, tek vücut, tek barikat! 0 Kommentare

Her şey TEKEL için: Tek yumruk, tek vücut, tek barikat! / Volkan YaraşırTekel işçileri uzun soluklu direnişleriyle, kararlılık ve inançlarıyla işçi sınıfına güç ve moral veriyor. Neo-liberal politikaların en çıplak ve yıkıcı sonuçlarını yaşayan Tekel işçileri, onuruna, ekmeğine ve geleceğine sahip çıkıyor. Sermayenin sınıfa yönelik en konsantre saldırılarından biri olan özelleştirmelere karşı işçi sınıfı bugüne kadar yer yer direnişler ve Seka gibi önemli eylemler gerçekleştirdi. Ne var ki bu muazzam saldırı karşısında bir yandan saldırının mahiyetinin anlaşılmaması, öte yandan bürokratik ve korparatist sendikaların ihaneti sonucu işçi sınıfı başarılı sonuçlar elde edemedi. Her özelleştirme operasyonu sermayenin yeni bir atağı oldu ve kar tutkusuna hizmet etti. Son derece itinalı bir şekilde ve büyük bir soğukkanlılıkla gerçekleştirilen bu operasyonların ikili bir amacı vardı. Sermaye bir yandan özelleştirmelerle “modern” yağma ve talan gerçekleştirdi. Öte yandan sınıfın eklem yerlerini kırdı, örgütlülüğünü dağıttı ve onu atomize edip, şekilsizleştirdi. Özelleştirmeler yoğun bir ideolojik bombardımanla realize edildi. Önce beyinler fethedildi. Sonra kitleler suç ortağı haline getirildi. Aslında süreç daha 1980’lerin başında Washington Uzlaşısı diye tanımlanan uluslararası sermayenin yol haritasında ortaya koyulmuştu. Sistematik bir karşı devrim programı olan neo-liberal politikalar Washington Uzlaşısı’nın belirlediği güzergahta gerçekleştirildi. Özelleştirmeler her ne kadar neo-liberalizmle özdeş tutulsa bile, aslında neo-liberal karşı devrim politikalarının ekonomik sonuçlarından biridir. Başından itibaren neo-liberalizme karşı çok boyutlu bir mücadelenin yürütülememesi, sınıfın bir dizi yenilgisine yol açtı. İşçi hareketi ve sendikal hareketin kısmi direnişleri sonuçtan hareket edildiğinden dolayı başarılı olamadı. Zaten bu noktadan sonra yenilgi kaçınılmazdı. Washington Uzlaşısı üç temel ayakta yürütüldü. Finans ve banka sistemlerinin uluslararası piyasalaştırılması, telekomünikasyon şirketlerinin, haberleşme ve medya alanlarının uluslararası sermayeye devri ve ağır sanayi kabul edilen büyük devlet üretim işletmelerinin, özelleştirilerek uluslararası sermayeye aktarılması. Türkiye’de de 2001 kriziyle finans ve banka sistemlerinin uluslararası piyasalaştırma sürecine başlandı. Uluslararası finans-kapitalin konsensüsünü ifade eden Basel II’yle bu süreç bütünüyle tamamlandı. Telekomünikasyonda Telekom operasyonuyla hem özelleştirme hem uluslararası piyasalaştırma gerçekleşti. Petkim ve Tüpraş’la ağır sanayide başlayan özelleştirme Erdemir’le tamamlandı. Tekel’in özelleştirilmesi de bu programın bir yansımasıydı. Böylesine kapsamlı bir program karşısında işçi hareketi ve sendikal hareket muazzam bir zafiyet gösterdi. Hatta bazı sendikalar sınıfa ihanet ederek suç ortağı oldu. Bugün Tekel işçileri yaptıkları eylemlerle sınıfın daha önce göstermesi gereken tepkisini dışa vurmaktadır. İşçi sınıfı ancak güçlü kolektif çıkışlarla sermayenin çok yönlü saldırılarını boşa çıkarabilirdi. Tekel direnişi bu mahiyetiyle Türkiye’de neo-liberalizme karşı gerçekleşen en önemli pratiktir. Bir anlamda 14 Mart’ın devamıdır. Tekel işçileri, kapitalist kriz ve neo-liberal politikaların yıkıcı etkilerinin ortaya çıktığı koşullarda sınıfın öncü müfrezesi gibi hareket etmektedir. Ve Tekel’in zaferi sınıfın zaferi olacaktır. 2010’un kazanılması anlamına gelecektir. Sınıflar mücadelesinin bazı momentlerinde gerçekleşen eylemler bir tarihsel dönemi ifade edebilir. Tekel bu manada sınıf mücadelesinde bir eşiği işaretlemektedir. Yenilgi sınıfa yönelik topyekun saldırının tetikleyicisi olabilir. Hızla kıdem ve ihbar tazminatının gaspı, asgari ücretin bölgeselleştirilmesi, çalışma yaşamının bütünüyle esnekleştirilmesi ve güvencesizleştirilmesi gündeme gelebilir. Zafer ise sınıfın nesnel ve öznel şekillenmesine yol açacaktır. Bilinç ve kimliğinde sıçramalar yarattığı gibi, eylem ve örgütlenme kapasitesini geliştirecektir. Tekel direnişi, direnişin bir varoluş biçimi olduğunu göstermektedir. Sınıfın onuru ve geleceğinin ancak mücadeleyle korunabileceğini ortaya koymaktadır. Kapitalist krizle birlikte açığa çıkan fabrika işgal eylemleri, ayrıca birçok eylem ve direnişin içinden doğan işçi sınıfının model kimlikleri, Tekel direnişiyle yeni bir boyut kazanmıştır. Her Tekel işçisi sınıfın artık model kimliğidir. Direnişte geçen her gün sınıfın yeniden ayağa kalkışıdır. Tekel işçileri Türkiye’nin başkentini ve her sokağını direniş alanına dönüştürmüştür. Gerçekleştirdikleri eylemler, attıkları sloganlar giderek siyasallaşmakta ve direniş sınıf mücadelesinin nabzı haline gelmektedirler. Bu süreç işçi sınıfına muazzam derecede moral yüklemekte ve özgüven yaratmaktadır. Sınıf Tekel işçilerine bakarak muktedir olabileceğinin farkına varmaktadır. Tekel direnişi sınıfın öfke ve kininin en açık halidir. Ve bu öfke ve kinin kolektif bir mecraya evrildiğinde neler yapılabileceğinin göstergesidir. Türkiye işçi sınıfı tarihinde 1990 Zonguldak maden işçilerinin uzun yürüyüşü nasıl ki sarsıcı etkiler yarattıysa, Tekel işçilerinin direnişi de aynı potansiyele sahiptir. Yaşanan konjonktürün etkisiyle (kapitalist krizin yarattığı yoğun işsizlik, açlık ve sefalet) Tekel direnişi genel direnişin ve genel grevin mayası olabilir. Bu potansiyel bugün ortada durmaktadır. Eğer Tekel direnişi bir manifestoya çevrilip, sınıfın en geniş kesimleri tarafından sahiplenirse, havza grevlerinin, hatta kent grevlerinin tetikleyicisi işlevi görebilir. Tekel direnişi işçi sınıfının önüne iki seçenek koymaktadır: Eğer işçi sınıfı bu mücadeleye sahip çıkarsa ve bulunduğu alanlara yayabilirse, zafere ulaşılabilir. Zafer 2010’un kazanılmasının yanında sınıfın mücadele azmini pekiştirecektir. Sınıfın kapitalizme ve kapitalist devlete karşı bir atağını simgeleyecektir. Çünkü Tekel direnişi kapitalist devletin tüm niteliğini açığa çıkartmıştır. İkinci seçenek; zafer elde edilemiyorsa, iyi bir yenilgidir. Mücadeleyi muazzam derecede yükseltip, sermayeye yıkıcı darbeler vurup, onların “zaferini” Pirus zaferine çevirmektir. Çünkü bu yenilgi işçi sınıfının mücadelesi için yeniden ayağa kalkışın zemini olacaktır. Üçüncü bir seçenek yoktur. Şimdi görev bütün gücümüzle, bütün varlığımızla ve ruhumuzla Tekel işçilerinin yanında olmaktır. Mücadelelerine güç ve destek vermektir. Ankara’daki mücadele ateşini bulunduğumuz her alana, atölyelere, fabrikalara, organize sanayi bölgelerine, sokaklara taşımaktır. Her yeri Tekel haline getirmektir. Çünkü unutulmasın kapitalist kriz ve neo-liberal politikalar hayatın her alanını sosyal patlama alanında dönüştürmüştür. Bugün her fabrikada Tekel direnişini ateşleyen sınıfsal öfke ve kin birikmektedir. Sorun bu öfke ve kini açığa çıkartmak, kolektif bir yöne kanalize etmektir. Tekel direnişi bize direnmeyi öğretti, öğretiyor. Direnme bir varoluş biçimidir. Bu bayrağı işçi havzalarına taşımak bizim görevimizdir. İşçi sınıfına şunu söylemeli ve anlatmalıyız: “…beklenen günler, güzel günler ellerinizdedir, haklı günler, büyük günler, gündüzlerinde sömürülmeyen, gecelerinde aç yatılmayan ekmek, gül ve hürriyet günleri...” ancak mücadeleyle kazanılabilir.

Şimdi Sıra Genel Grevde! 0 Kommentare


Türk-İş'in, "Ekmek, Barış ve Özgürlük için Demokrasi ve Haklar Mitingi" için işçi ve emekçiler adeta Ankara'ya, Sıhhiye Meydanı'na aktı. Yüzbini bulan kitle alana sığmazken, sağanak yağmur bile katılıma engel olamadı.
* TEKEL işçileri Ankara'daki direnişlerinin 34, Ankara'da sokakta gecelemelerinin 3. gününde Türk-İş önünden Sıhhiye Meydanı'na sel gibi aktı. İşçiler ilk geldikleri gün gibi kararlı, "Genel grev genel direniş" istediler.
* Türk-İş'in mitingi olmasına karşın Türk-İş'e bağlı sendikaların yanı sıra DİSK, KESK, Kamu-Sen, BASK, TMMOB, TTB, EMEP, ÖDP, TKP ve diğer emek ve demokrasi güçlerinin büyük desteği oldu.
*Kürsüden konuşan TEKEL, İtfaiye ve şeker işçileri, atılan gaz bombalarının, sıkılan tazyikli suyun, copların kendilerini yıldıramadığını ve yıldıramayacağını ifade edip, haklarını almakta kararlılıklarını dile getirdiler. TEKEL işçileri mitingin sonunda Türk-İş’i “genel grev” kararı almaya çağırdı; tepkili işçiler kürsüye çıkarak, “Türk-İş göreve, genel greve” sloganıyla artık sıranın genel greve geldiğini ifade ettiler.
Türk-İş-İş’in, Ekmek, Barış ve Özgürlük için Demokrasi ve Haklar Mitingi için Ankara, Sıhhiye Meydanı'na akan işçi ve emekçiler tek bir yumruk olup, AKP Hükümeti’ni uyardı. İşçi ve emekçiler Türk-İş’e de hep bir ağızdan “genel grev” çağrısı yaptılar. TEKEL işçileri ise mitingin sonunda kürsüyü işgal ederek, “artık sıranın genel greve geldiğini” yüksek sesle dile getirdiler.
TEKEL İŞÇİLERİ AYRI YÜRÜDÜ
Yağmurluklarını giyip, döviz ve pankartlarını açarak yürüyüşe geçen TEKEL işçileri sokaklara sığmadı. Önde kadın, yanlarda ve arkada erkek TEKEL işçileri, hep bir ağızdan alkış, ıslık ve sloganlarla Mithatpaşa Caddesi yönünden Sıhhiye Meydanı’na girdiler. En önde, TEKEL işçisinin direninişinin 34. gününde olduğunu gösteren pankart ile yürüyen işçiler, kendilerini ‘500 kişi’ diye nitelendiren Başbakan Erdoğan’a, “Tayyip Tayyip Baksana, Kaç kişiyiz saysana” sloganı ile yanıt verdiler.
TEKEL işçileri alana daha önce gelen Türk Metal ve diğer sendikalardan işçilerin, “Yaşasın sınıf dayanışması” sloganı ile karşılandılar.
GARDAN YÜRÜDÜLER
Ankara dışından gelenler ise erken saatlerde Ankara Tren Garı'nda toplandılar. Yoğunluk nedeniyle yürüyüş bir saat erken başladı. İstanbul Belediyesi’nin işten attığı İtfaiye işçileri ve Esenyurt Belediyesi’nden atılan işçiler, “enerjiyi özelleştirtmeyeceğiz” diyen enerji işçileri, Türk-İş’e bağlı sendikalara üye işçilere; KESK Ankara Şubeler Platformu, DİSK’e bağlı Genel-İş, Sosyal-İş, Dev Sağlık-İş pankartlarıyla katıldı.
En önde Türk-İş ve bağlı sendikaların genel başkanları, KESK Genel Sekreteri Emirali Şimşek, EMEP Genel Başkanı Levent Tüzel ve Genel Başkan Yardımcısı Sabri Topçu kolkola yürüdüler. İtfaiye işçileri önde yürümek istedi, ancak izin verilmemesi işçilerin tepkisine yol açtı. EMEP, ÖDP, TKP, Halkevleri ile diğer parti ve gruplar da Gar’dan kortej halinde miting alanına yürüdüler. Mitingde, AKP, Hak-İş ve Memur-Sen dışında tüm parti ve gruplar, sendikalar, emek ve meslek örgütleri vardı.
Onur Akın’ın türküleri ile başlayan mitingde ilk sözü Türk-İş Genel Teşkilatlandırma Sekreteri Pevrul Kavlak konuştu. Kavlak, “Türk-İş alanda, Türk-İş meydanlarda” dedi.
KUMLU'NİN SÖZLERİ SLOGANLARLA KESİLDİ
Türk-İş Genel Başkanı Mustafa Kumlu’nun adının anons edilmesiyle alandan “Türk-İş göreve, genel greve” sloganları yükseldi. Sloganlar eşliğinde konuşan Kumlu, TEKEL ve itfaiye işçilerine kararlı mücadeleleri için teşekkür etti. Kumlu, “Emeğin en yüce değer olduğunu unutanlar, ara sıra bizim de ne olduğumuzu unutuyor. İşte o zaman böyle meydanlara çıkıp, işte böyle hep birlikte ayağa kalkıp ne olduğumuzu hatırlatıyoruz” dedi.
“Diyelim, olmadı daha ne yapıyoruz” diye sözlerine devam eden Kumlu’nun sözlerini işçiler “Genel grev, genel direniş” sloganlarıyla kestiler. Kumlu’nun sözlerine “Seçim zamanı sandık önümüze konduğunda kırmızı kart gösteriyoruz” diye devam etmesi tepki topladı.
Kumlu, “Eylemlerimizden rahatsız olanlar sorunlarımıza çözüm üretsin. Herkes bilsin ki, Türk-İş her zaman gürlemez ama, gürlediğinde yağar ve kuru gürültüye pabuç bırakmaz” dedi.
IMF ile anlaşma yapılmasını eleştiren Kumlu, Başbakan’a “Yerden göğe herşeyin satıldığı yetmedi mi?” diye seslendi. Kumlu hükümeti, TEKEL ve itfaiye işlerinin taleplerine cevap vermeye, işsizliği önlemeye, kiralık işçilik düzenlemisinden vazgeçmeye, kıdem tazminatı ve işsizlik fonuna dokunmamaya, asgari ücreti yükseltmeye ve örgütlenmenin önündeki engelleri kaldırmaya çağırdı.
İŞÇİLER KÜRSÜYÜ İŞGAL ETTİ
Ancak Kumlu’nun işçilerin beklediği “Genel grev” uyarısında bulunmaması öfkeyi arttırdı. Kumlu kürsüden indikten sonra, Alişan konseri yapılacağının anons edilmesi üzerine işçiler “Genel grev, genel direniş” sloganlarıyla kürsüyü işgal ettiler. “Kürsü çökecek” anonsları da TEKEL işçilerini engelleyemedi. Harb-İş Genel Başkanı Ahmet Kalfa'nın işçileri sakinleştirme çabaları da, “Genel grev” talebini Türk-İş Başkanlar Kurulu’na ileteceği sözünü vermesi de işçileri sakinleştiremedi. Bu arada iki işçi fenalık geçirdi. Ancak yaşanan izdiham nedeniyle işçilerin ambulansa ulaştırılmaları gecikti.
İşçiler uzun süre “Kumlu buraya” diye, Türk-İş Genel Başkanı’nı kürsüden grev sözü vermeye çağırdılar. İşçiler daha sonra kürsüyü Tek Gıda-İş yöneticileri ve şube başkanlarına bıraktılar. Tek Gıda-İş Genel Sekreteri Mecit Amaç, “Buraya kimseye güvenerek gelmedik. Bu nedenle şimdi Türk-İş önünde bekleyişimize devam edeceğiz” diye seslendi. İşçiler bunun üzerine alanı terkederek Türk-İş önüne döndüler. Burada da işçilerin Türk-İş yönetimi ve Genel Başkan Mustafa Kumlu’ya tepkileri sürdü. Türk-İş binasına gelen Mustafa Türkel’i TEKEL işçileri “Türkel başkan” sloganı ile karşıladılar.
BİZİ DURDURAMADILAR
TEKEL işçileri adına kürsüye gelen Hatice Konak, 34 günlük mücadelelerine ve üzerlerine atılan gaz bombaları, tazyikli sulu ve coplu saldırıya değinerek, “Bizi durduramadılar, yıldıramadılar, yıldıramazlar da” dedi. “12 bindik şimdi yüzbinler olduk” diyen Konak şöyle devam etti: “Bizi çok kızdırdılar, çok öfkeliyiz. Yalan söylediler. 15 yıldır özelleştirmeye direndik, Tekel vatandır, vatan satılmaz dedik, sattılar. Utanmadan bizi suçladılar. Neymiş, yetim hakkı yiyormuşuz, oturduğumuz yerden para kazanıyormuşuz. Yuh olsun size yuh. Boş oturmadık, siz satıp talan ederken, biz TEKEL'i vergi şampiyonu yaptık. Siz kendi çocuklarınıza gemicikler alırken, yandaşlarınıza ihaleler verirken biz alnımızın teriyle, helalinden kazandık, helalinden.”
Konak, AKP Hükümeti’ne “siz sadece sattınız, milyonlarca işsiz yaratan sizler ve kahrolası düzeniniz” diye seslendi. Bu sözler “AKP 4/C’yi al başına çal” sloganı ile karşılandı.
Konak, “Size boyun eğmeyeceğiz, yağmak yok” derken, yılmayacaklarını, haklarını alıncaya kadar mücadelede kararlı olduklarını ifade etti. Konak’ın sözleri, “Biz çocuklarımıza onurlu bir gelecek bırakacağız, ya siz” sloganı ile karşılandı.
İTFAİYE İŞÇİLERİ DE YILMAYACAK
İstanbul’da direnen itfaiye işçileri adına konuşan Vedat Kaya, TEKEL işçilerinin mücadelesini selamladı. Sel, deprem, doğal felakette ilk akla gelen olduklarını belirten Kaya, onlarca şehit ve gazi verdikleri halde yılmadan yardıma koştuklarını söyledi. Tek dertlerinin insan gibi çalışıp, insanca yaşamak olduğunu belirten Kaya, Başbakan Erdoğan’ın Türk-İş’in kongresindeki “örgütlenin, sendikalaşın” sözleri doğrultusunda sendikalaşmalarının kurbanı olduklarını söyledi. Yapılanları, “Hitler’in Yahudilere uyguladığı zulme” benzeten Kaya, sendika istekleri karşısında, “Seandika istiyorsanız Hak-İş var, ona üye olun” dediklerini söyledi. Kaya, “ses çıkaran, mücadele edenlere utanmazca, ahlaksızca, ‘6 milyon işsiz var’ denildiğini” belirterek, kölelik düzenini istemediklerini ifade etti.
'9 BİN ŞEKER İŞÇİSİ İŞSİZ KALACAK'
Şeker işçisi Sema Akyol da, şeker fabrikalarının özelleştirilmesine izin vermeyeceklerini söyledi. Şeker fabrikalarının özelleştirilmesinin hem sanaYiye, hem de tarıma darbe vuracağını belirten Akyol, 9 bin kişiyi işsiz bırakacak özelleştirmenin çiftçilerle birlikte 6 milyona yakın kişiyi etkileyeceğine dikkat çekti. Akyol, şeker işçilerinin özelleştirmeye karşı verdiği mücadeleyi inatla sürdüreceğini ifade etti.
Yaşasın sınıf dayanışması
Fatih Polat
Ankara’da dün gerçekleştirilen mitinge İstanbul’dan 13 otobüs ile hareket eden Yol-İş 1 No’lu Şube’ye üye karayolu işçileriyle birlikte geldik. Karayollarında çalışan işçiler arasında orta yaş ve üstünün çoğunlukta olduğunu söyleyebiliriz. Bulunduğumuz otobüste, aralarında 30 yıldır karayollarında çalışanların da olduğu işçiler var. Hükümet deviren büyük işçi mitinglerine katılmış deneyimli bir kuşak bu.
İstanbul’dan çıkarken Çamlıca gişelerinde otobüsümüz polis tarafından durdurularak kimlik kontrolü yapılıyor. İstanbul’dan diğer illere yolcu taşıyan onlarca otobüsün geçtiği bu güzergahta kimlik kontrolünün mitinge giden işçi otobüsüne denk gelmesi işçiler tarafından bir ‘tesadüf’ sayılmıyor. Ancak bu tür durumların daha abeslerini yaşamış olan işçiler, aralarındaki konuşmalarda tepki gösterdikleri bu uygulamanın çok da üstünde durmuyorlar.
Kısa bir süre sonra mitingin sıcaklığına bir ucundan giriliyor. Bir işyeri temsilcisi otobüsteki işçilere sesleniyor: “Arkadaşlar, miting boyunca bana bağlı hareket edeceksiniz. Endişe edecek bir durum yok. Ankara’ya girdiğimizde ajitasyonlu sloganlarımızla, sıcak ve coşkulu bir biçimde TEKEL işçisi arkadaşlarımıza destek vereceğiz.” TEKEL işçilerine AKP Hükümeti tarafından dayatılan 4-c uygulaması hakkında da bilgi veren işyeri temsilcisi, bu mitingle hükümete güçlü bir mesaj vermenin önemine vurgu yapıyor. Bu arada, gazetemizin karikatüristi Sefer Selvi’nin 4-c uygulamasını ‘C 4’e benzeten karikatürünün de, işçilerin beğenisiyle karşılandığını, aralarında bu konuda yapılan esprilerden anlıyoruz. İşçiler konuşma bittikten sonra, ‘Yaşasın sınıf dayanışması’, ‘Ölmek var, dönmek yok’, ‘TEKEL işçisi yalnız değildir’ sloganları atıyorlar.
Ve türküler başlıyor. Özellikle otobüsün arka tarafındaki ‘örgütçü’ işçiler söyledikleri türküler ve attıkları sloganlarla otobüsle bulunan işçileri havaya sokuyorlar. Hrant Dink’in çok sevdiği bilinen ‘Sarı gelin’ de söylenen türküler arasında. Mola verildiğinde, farklı bölgelerden gelen ve böylesi miting zamanlarında birbirini gören işçiler hasret gideriyorlar.
Ankara’ya geldiğimizde hava durumuna karşı bir tedbir olarak işçilere yağmurluk dağıtılıyor.
Araçlardan iner inmez, üzerinde sloganlar yazılı önlükler giyiliyor ve pankartlar çıkarılarak kortej oluşturulmaya başlanıyor.
Türk-İş’e bağlı sendikalar arasında Tes-İş ile Yol-İş yoğun katılımlarıyla dikkati çekiyor. Belediye-İş de zayıf değil.
Ankara tren garının önünde toplanan işçiler arasında en dikkati çeken özelliklerden birisi yaygınlık. Erzurum, Sivas, Samsun, Diyarbakır, Trakya, İstanbul, Aydın gibi farklı bölgelere ait illerin adının yazılı olduğu sendika şubelerinin pankartlarıyla kortej oluşturan işçilere rastlıyoruz.
Türk-İş’in ses aracının üzerinden, Türk-İş’in 500 otobüsle Ankara’ya geldiğinin duyurusu yapılıyor. Türk-İş 1. Bölge Temsilcisi Faruk Büyükkucak’a katılım hakkındaki görüşünü soruyoruz, “Biz Türk-İş olarak sadece İstanbul’dan 180 otobüs geldik. Mitinge DİSK ve KESK ile sivil toplum örgütleri de destek veriyor. Bu eylem sendikaları aşıp halka mal olmuştur” diyor. Miting alanına yürürken bir işçi ile sohbet ediyoruz. Türk Harb-İş Kayseri Şubesi’ne üye olan Nizamettin Gökduman, “Bugüne kadar böyle mitingler sonucunda hükümetler değişti. Bu mitingin de böyle bir sonucu olabilir” değerlendirmesi yapıyor. İşyeri temsilciliği görevi de yapmış deneyimli bir işçi olan Yol-İş İstanbul 1 No’lu Şube üyesi Hamdi Gökdeniz de, işçilerin katılımı ve hükümete karşı ortaya koyduğu tepkiye dikkat çekerken, bundan sonrasının önemli olduğuna da özel bir vurgu yapıyor. Konfederasyon yönetimlerinin bu mitingi, Ankara mitinglerinin tipik bir gerçeği olan ‘deşarj olma’, ‘hava boşaltma’ya dönüştürmemesi için arkasının bir genel eylemle getirilmesi gerektiğine dikkati çekiyor Gökdeniz.
Sıhhiye’deki miting alanında Türk-İş Başkanı Kumlu konuşurken, işçilerin yoğun olarak “Genel grev, genel direniş” sloganı atmış olması da işçilerin, konfederasyonlarından kendi kararlılıklarına uygun bir kararlılık beklediklerinin açık bir göstergesiydi.On binlerce işçinin katıldığı ve bunun yanında siyasi parti ve gruplarca da katılarak destek verilen miting hükümete karşı önemli bir mesaj veriyor.
Ve işçilerin, üç saat denildiği halde bazı yerlerde bir saat iş bırakılmasından tutun da, bazı şubeler de mitinge katılım için işçilerin bilgilendirilmediğine kadar, bu süreci ciddi biçimde takibe aldığını da söyleyebiliriz.
AKP Hükümeti nasıl ki, TEKEL işçilerinin, bir sınıf dayanışmasıyla desteklenen eylemleri karşısında taviz verirse, bundan sonraki ekonomik politikalarını hayata geçirmekte zorlanacağını düşünüyor ve kendi sermaye yanlısı programının arkasında sımsıkı duruyorsa, işçiler de TEKEL işçilerinin eyleminin zaferle değil de, yenilgiyle sonuçlanması halinde, bunun kendilerine karşı saldırıları cesaretlendireceğinin farkındalar.
İşçiler, Ankara’dan başarılı bir sınıf dayanışması örneği göstermiş olmanın coşkusu ve özgüveni ile ayrılıyorlar.

Genel grev çağrısı 0 Kommentare


'Emek, Barış, Özgürlük İçin Demokrasi ve Haklar' mitinginde konuşan Türk-İş Genel Başkanı Mustafa Kumlu, hükümetin çalışma alanındaki politikalarını eleştirerek, taleplerine duyarlılık istedi. Kumlu'nun konuşmasını umutla dinleyen işçilerin, sık sık genel grev çağrısında bulunmasına rağmen Kumlu'dan böyle bir talep duymaması gerginliğe neden oldu. İşçilere genel grev çağrısının yapılacağı sözü üzerine gerginlik sona erdi.Türk-İş Başkanlar Kurulu'nun aldığı 'Sürekli eylem' kararı çerçevesinde Sıhhiye Meydanı'nda Türk-İş'in organize ettiği 'Emek, Barış, Özgürlük İçin Demokrasi ve Haklar' mitingine katılan yüz bini aşkın kişi, sık sık genel grev çağrısında bulundu. Mitingde TEKEL işçisi Hatice Tören'in ardından İstanbul'da işten atılan bir itfaiye eri konuşma yaptı. Sendikaya üye oldukları için işlerinden atıldıklarını belirten itfaiye eri, şöyle konuştu: 'Tıpkı TEKEL işçileri gibi biz de yılmadık. 'Sendika istiyorsanız, bizim sendikamız var' Hak-İş var dediler. O sendikanın nasıl hükümet sözcüsü olduğunu bizleri kapalı odalarda nasıl satacağını biliyoruz. Bugün Türkiye adeta zorunlu çalışma kampı gibi. Sabahın erken saatlerinde uyanan işçiler geç saatlere kadar sefalet ücretiyle çalışmak zorunda kalıyor. Buna karşı biz meydanlardayız. Siz nerdesiniz iktidar üyeleri. Seçim meydanlarındaki gibi artık halkın arasına çıkma yüzünüz bile yok. Kendi halkınız sokağa dökülürken sizler timsah gözyaşlarıyla Filistin için ağlıyorsunuz. Daha dün İstanbul'un Kültür Başkenti olması münasebetiyle trilyonlarca liralık havai fişek patlattınız. İşçiye, emekliye gelince yok deniyor. Biz itfaiye erleri olarak sonuna kadar mücadelemizi sürdüreceğiz.'Şeker fabrikalarının özelleştirilmesine tepkiArdından konuşan şeker fabrikasında işçi olarak çalışan Selma Akyol konuştu. Akyol da, dünyada şeker fabrikalarının şahıslara teslim edilmeyeceği kadar gözetildiğini belirterek, dünyanın hiç bir yerinde, ABD'de dahi şeker fabrikalarının şahısların elinde olmadığını, sadece Türkiye'de şahıslara peşkeş çekildiğini söyledi. Türkiye'nin şeker üretiminde yıldız olmaya aday olduğuna vurgu yapan Akyol, 'Ama Türkiye'de 20 şeker fabrikası kapatılıyor. Bölgesel kalkınma sekteye uğratılacaktır. 1 milyon dekar alanda pancar üretimi yapılmayacaktır. Şeker üretimi 650 bin ton daralacak. 350 bin pancar işçisi işsiz kalacak. 9 bin şeker işçisi işten atılacak. Yan sektörlerle 6 milyon insan etkilenecek. Kaybeden ülkemiz olacak. Biz toprağız, fabrikayız, üreten ve haklı olan biziz. Kazanan da biz olacağız' diye konuştu.Kumlu'nun konuşması sık sık genel grev sloganlarıyla kesildiİşçilerin ardından kürsüye çıkan Türk-İş Genel Başkanı Mustafa Kumlu, genel grev çağrılarıyla karşılandı. Kumlu'nun konuşması sık sık 'Türk-İş görev genel greve' sloganıyla kesildi. Alandaki kalabalığı gösteren Kumlu, rüzgar ekenin fırtına biçeceğini belirterek, 'İşte bu alanda bu hakikat tezahür ediyor. Sizler umudu tercih edenlersiniz. Biz düşmanlık, kin nedir bilmeyiz. Çabalarımız ülkemiz için. İstiyoruz ki soframızda ekmeğimiz olsun, aşımız olsun. Çocuklarımız gelecek kaygısı taşımadan büyüsün. Siz TEKEL işçileri, İtfaiye işçileri ve Şeker işçileri aylardır sokaklardasınız. Sizleri ideolojik davranmakla suçlayıp işin kolayına kaçıyorlar' dedi. Alanda bulunan işçilere, 'Sizlerin mücadelesi tüm emekçilerin mücadelesi oldu' diye seslenen Kumlu, sözlerini şöyle sürdürdü: 'Su sıktılar, biber gazı sıktılar, gece yarıları çadırlarınızı bastılar, yılmadınız helal olsun size helal olsun diyorum. Tüm emekçilerin hakları sizlere helal olsun. Sosyal devlet diyorlar, sendikalar başımızın tacı diyorlar sonra da bilin bakalım ne diyorlar. Çalışma hayatını düzenleyen yasalar değişti mi? Örgütlenmenin önündeki engeller kaldırıldı mı? Barışı bilmeyenlere barışı öğretmekte, uzlaşmayı bilmeyenlere uzlaşmayı öğretmekte kararlıyız. Sizler bu meydanlarda tarih yazdınız. Emek mücadelesinin adresi oldunuz. İnsan haklarına duyduğumuz saygı var. Ama emeğin en yüce değer olduğunu unutanlar ara sıra bizim de ne olduğumuzu unutuyorlar. İşte o zaman ne oluyor. Hep birlikte meydanları dolduruyoruz.''İşçilerin değil İMF'nin onayı için halkın iliğini sömürdüler'Seçim zamanı sandık önlerine konduğunda kırmızı kart gösterdiklerini ifade eden Kumlu, 'Eylemlerimizden rahatsız olanlar var. Rahatsız olacağınıza bu rahatsızlıkları giderici tedbirler alın çözüm üretin çözüm' dedi. Ülkeyi idare edenlerin yapması gerekenlerin kendilerine kulak vererek taleplerine duyarlı olmaları olduğunu söyleyen Kumlu, hükümeti eleştirerek şunları kaydetti: 'İşçilerin değil İMF'den onay almak uğruna yıllardır halkın iliğini kemiğini sömürdüler. Vatandaş daha da yoksullaştırıldı. Esnaf iflas noktasına getirildi. Özelleştirmeler yapıldı. Milletin en değerli varlıkları yok pahasına satıldı. İşsizlik açlık arttı. Yatırım yapılmadı. Memleketimiz tüketen bir ülke haline getirildi. Tüm bunlar üzerine yaşanan ekonomik krizin bizi teğet geçtiğini söylediler. Krizi bize daha fazla işsizlik, yoksulluk olarak ödettiler. Şimdilerde İMF ile yeni bir anlaşmadan bahsediliyor. Sayın Başbakan madem İMF'ye ihtiyacımız yok hala niçin anlaşmadan bahsediyorsun.'İşçilerin talepleriKumlu, konuşmasının sonunda işçiler eşliğinde hükümetten şu taleplerde bulundu: 'Ey hükümet! TEKEL ve itfaiye işçileri başta olmak üzere çalışanların taleplerine kulak ver. İşsizliği önle. Kiralık işçilik düzenlemesinden ve esnek çalışma biçimlerinden vazgeç. Kıdem tazminatı hakkımıza el uzatma. İşçileri köleleştirmeye yönelik 4/C ve benzeri uygulamalardan vazgeç. İşsizlik Sigortası Fonu'nun amacı dışında kullanılmasından vazgeç. Vergi adaletsizliğini gider. Sağlık ve Sigorta haklarımızdaki mağduriyeti gider. Asgari Ücreti sefalet ücreti olmaktan çıkar.'İşçiler platformu işgal ettiYağan yağmura rağmen Kumlu'nun konuşmasını umutla dinleyen işçiler sık sık genel grev çağrısında bulunmasına rağmen, Kumlu'dan böyle bir şey duymamaları gerginliğe neden oldu. Sık sık Kumlu'nun konuşmalarını, 'Bizi satanı biz de satarız', 'Türk-İş göreve genel greve' sloganlarıyla kesen işçiler, konuşmanın ardından platformu işgal etti. 'Kumlu'yu platforma bekliyoruz. Genel grev çağrısı yapmayana kadar buradan ayrılmayacağız' diyen TEKEL işçileri, kısa süreli izdiham ve gerginliğin yaşanmasına neden oldu. Ardından Türk-İş Yönetim Kurulu'ndan Harp-İş Genel Başkanı Ahmet Kalfa, platforma çıkarak 'Onurlu direnişinize leke sürmeyin' dedi. Kalfa'nın Memur-Sen ve Hak-İş dışındaki diğer sendikaları ziyaret edip genel grev çağrısında bulunacaklarını söylemesi üzerine işçiler yavaş yavaş platformu terk edip Türk-İş'in önüne yürüdü.DİHA