Hamidiye Alayları'ndan Köy Koruculuğu'na




Bilindiği gibi, Hamidiye Alayları 1891'de Osmanlı Sultanı Abdülhamid tarafından kurulmaya başlandı. Çoğunluğu Kürtlerden oluşan Hamidiye Alayları kurulmadan ve Osmanlı Padişahı Abdulhamid tahta çıkmadan önce İdrisi Bitlisi aracılığı ile Osmanlılaşan Kürtler, Osmanlı'ya asker vermedikleri gibi; yapılan antlaşma gereği, haraç da vermiyorlardı.Ve yine bilindiği gibi, İdrisi Bitlisi, mevki ve menfaat karşılığı, 25 Kürt mirliğini, Osmanlı'ya bağlamıştı. Osmanlı da Kürtler sayesinde, bütün Müslüman-Arap topraklarını işgal etmiş ve İslam hilafetini de ele geçirmişti. Osmanlı, yapılan anlaşmalar gereği, uzun süre bu mirlikleri rahatsız etmedi. Ama bunların dışında kalan diğer Kürtleri de aynı oranda baskı ve zulüm altında tuttu.Abdulhamid, bu koşullar altında tahta çıkmıştı. O zaman sarayın sözü dinlenir danışmanları da müttefik Almanlardan oluşuyordu. Alman danışmanların da tavsiyesiyle, Rusların oluşturduğu Kazak Süvari Alayları örnek alınarak Hamidiye Süvari Alayları oluşturuldu. Osmanlı'ya asker olmayan Kürtleri, kendi özel koşulları içerisinde, Osmanlı'ya bağlı bir orduya dönüştürdüler. Hamidiye Süvari Alayları'na Müslüman Kürt aşiretleri, Kara Papakları ve Arapları aldılar. Alevi, æzidî ve Dürzi gibi, Müslüman olmayan Kürt aşiretlerini almadılar. Çünkü Abdulhamid'in fikri sadece Kürtlerden bir ordu oluşturmak ve Kürt'ü Kürt'e kırdırmak değildi. Aynı zamanda Hamidiye Süvari Alayları vasıtasıyla, Anadolu'yu İslamlaştırmaktı. Çünkü Osmanlı, Hıristiyan topraklarını kaybetmişti ve bu durumun başka gayrimüslim toplumlara örnek olmasından kaygılanıyordu. Ki o sıralarda, Anadolu nüfusunun yarıya yakını gayrimüslimlerden oluşuyordu.Öncelikle az sayıda olan Asuriler, Keldaniler ve daha sonra da diğer topluluklar ortadan kaldırıldı. Hamidiyeliler bunların mallarına el koydu ve bu durumdan da memnundular açıkçası. Çünkü ölenlerin malları onlara kalıyordu. Modern zamanlarda Türkiye'de olduğu gibi. Köyleri boşaltılanların evleri, tarlaları korucular arasında paylaştırılıyor şimdilerde de. Mardin ve benzeri yerlerde olan olayların arkasında bu gibi 'ganimet'lerin paylaşma sorunundan kaynaklandığı ortaya çıkmıştı.İlk büyük katliam, æzidî Kürtlere karşı yapıldı. Bazı tarihçiler, on binlerce æzidî'nin katledildiği, bir o kadarının da kaçarak canını zor kurtardığını söyler. Bu katliamlar Alevi Kürtlere karşı da devam etmişti. Örnek vermek gerekirse; Elazığ'ın Baskil ilçesinin bugünkü topraklarına sahip, merkezi bugünkü Zeve olan Alevi Zeve aşireti yaşıyordu. Osmanlı kontrolündeki Hamidiye Süvari Alayları buraya saldırdı. Ele geçirdiği insanları öldürdüler, köyleri ve ormanları yaktılar. Mallarını talan ettiler.O zaman da güya İslam'a hizmet ettiğini söyleyenlerin Şeyhülislamı'nın bununla ilgili vermiş olduğu 'Kızılbaşların katli vacip, malı helaldir.' fetvası ilginçtir. Bu fetva aslında İslam kılıcının, güya insanları Müslümanlaştırmak için, kendi emellerini gerçekleştirmek için nasıl kullanıldığını da gösteriyor.Anlaşılacağı gibi, bu ordunun bulunduğu alanda, gayrimüslimin veya otoriteye boyun eğmeyenlerin yaşama şansı kalmamıştı. Yukarıda da bahsettiğim gibi, sadece otoriteye boyun eğmeyen Kürtlere saldırmadı Hamidiyeliler. Sonra, Ermenilere saldırmaya başladılar. İnsanları katlediyor, mallarını talan ediyorlardı. Savunma refleksiyle Ermeniler de dağa çıktı ve karşılık vermeye başladılar. Hamidiyelilerin sıkıştığı yerde Osmanlı ordusu devreye giriyordu. Bir süre sonra çatışmalar, Ermeniler ile Osmanlı yanlısı Kürtler arasında kan davasına dönüştü. Karşılıklı birbirlerini katletmeye başladılar.Bunlarla paralel olarak, Abduhamid sonrası; İttihat ve Terakkiciler, Cumhuriyeti Kürtlerin desteği ile kurdular. Hemen arkasından ilk kazığı da Kürtlere attılar. Tek eğitim sistemine geçerek Kürtçe eğitimini kaldırarak medreseleri kapattılar. Bunların yerine Kürtleri dinle Türkleştirmek için İmam Hatip Okulları'nı, Yatılı Bölge Okulları'nı açtılar. Kürt illerindeki bu okullarda bugün de olduğu gibi devlet destekli tarikatlar Türk-İslam misyonerliği görevini sürdürüyorlardı. Bu planları uygulayanların arasında Cemal Gürsel ve İsmet İnönü de vardı. Biri Alevi, diğeri Müslüman; ikisi de Kürt olan Cemal Gürsel ve İsmet İnönü. Bunlar oturup Kürtlerden kurtulma projesini hazırlayanların başını çekiyorlardı daha doğrusu.İşte, bugünkü 'koruculuk müessesi' de 'Hamidiye Alayları'nın bir devamıdır. Ve nasıl ki, Hamidiye Alayları'nın işledikleri suçlarda asıl sorumlu, devlet ve onun politikaları ise, korucuların işledikleri suçlarda da asıl sorgulanması gereken yine onu besleyen devlet ve onun politikalarıdır. Şimdi, sorgulamak gerekiyor. Birkaç yıl önce 10 yaşındaki R.K'ye tecavüz eden korucuya 'beraat' kararı veren mahkeme hakimlerinin işledikleri suç ile; Mardin'deki katliamda, korucuların işledikleri suçu birbirinden ayırabilir miyiz?Yıllardır bu gibi olaylar oluyor. Mardin'deki olayda ölen kişi sayısının fazla olması ve son olayların basına konu olması nedeniyle gündeme geldi. Yıllardır bu gibi olaylara resmilerce 'münferit' denildi ya da hiçbiri bir habere konu olamadı. Sonuç olarak bu gibi katliamların ardında yatan neden ne olursa olsun, suçlu devlettir, 'koruculaştırma' politikalarıdır. Hatırlatmak istiyorum: Kürt ulusallaşmasına en büyük darbeyi vuran Hamidiye Süvari Alayları'nın da sonu hazin olmuştur. Onu üreten sistemin kendisi tarafından yok edilmiştir. Başları 'faili belli meçhul' cinayetlere kurban gitmiş; taban ise kitlesel olarak ya göçe zorlanmışlardır ya da baskı altında tutulup zamanla ortadan kaldırılmışlardır.Arka plandaki zihniyetİçişleri Bakanlığı'nın verilerine göre, Nisan 2003 tarihi itibariyle muhtelif adli suçlara karışan 2 bin 376 köy korucusu hakkında yasal işlem yapıldı. Gönüllü Köy Korucuları'ndan ise 264'ü 'adam öldürme', 'adam öldürmeye teşebbüs', 6136 sayılı kanuna muhalefet, 'meskun mahalde silah atmak' ve 'orman kaçakçılığı' gibi adi suçlardan ötürü hüküm giydi. İçişleri Bakanlığı'nın son verilerine göre ise; son yıllarda 975 korucunun çeşitli suçlara karıştıkları tespit edilerek haklarında yasal işlem başlatılıp, görevlerine son verildiği oldu. Bu tablo bile tek başına koruculuk sisteminin nasıl bir suç örgütüne dönüştüğünün bariz örneğini göstermektedir. Ki resmi rakamların genelde gerçek sayısının çok altında olduğu bilinmektedir. Bunlar sadece resmi mercilere intikal etmiş olanlardır yani.Korucuların karıştığı ve yargıya intikal eden suç tiplerinden bazıları şöyledir: 'Gasp, soygun, adam öldürme, yaralama, kaçırma, patlayıcı madde kullanma, hırsızlık, zorla çek-senet imzalatma, ormanlarda yangın çıkarma, zirai mahsulleri ve otları yakma, dolandırıcılık, rüşvet, zimmet, çocuk kaçırma, rehin alma, tehdit, tecavüz, kadın ticareti, uyuşturucu, silah, mühimmat, canlı hayvan, tarihi eser kaçakçılığı ve çevre suçları.' gibi.Koruculuk yapılanması, sosyal ve psikolojik açıdan birçok tahribata, yıkıma ve giderek bir vakaya dönüşmektedir. Öyle ki, koruculuğu kabul etmediği için binlerce insan yerini yurdunu terk etmek zorunda kalmıştır. Bu sistem korucu olmayı kabul eden aşiretlerle etmeyenler arasında zaman içinde bir husumeti de yaratmıştır. Bu öylesine bir bölücü bir uygulamadır ki, son zamanlarda Mardin'de ve diğer yerlerdeki örneklerde görüldüğü gibi, aynı ailenin bireylerini birbirine hasım, aynı köyde oturanları birbirine düşman edip, aynı coğrafyada yaşayanları birbirinin katili yapmıştır.Görüldüğü gibi, yaşanan korucu vahşetinin kökleri yüzyıldan fazla bir süredir devam ettirilen siyasi bir projenin ürünüdür. Burada sorunun adını tam olarak koymak gerekirse: Sorun; 'diploma sosyolog'larının belirttiği gibi ya da Türkiye'deki medya ve basının 'ah-vah'layarak timsah gözyaşlarını dökerek betimlediği gibi ne birey, ne toplum, ne de töre ile açıklanacak bir olgudur. Aksine, siyasi bir devlet projesinin sonucudur. Bu projenin temelleri 'Hamidiye Alayları' ile atıldı ve yüzyıl sonra farklı bir formda 'köy koruculuğu' ile devam ettirildi, ettiriliyor.Ama, korucuların doğrudan hedef alınmasından çok, görülmesi gerekenin yukarıda da örnekleyerek ve tarihsel olarak açıklamaya çalıştığım bu yüz küsur yıllık, insanları birbirine kırdırma planının olmasıdır. Bu sistemle insanları boğazlaştıran zihniyetin kurcalanması gerektiğidir. Devlete hizmet ediyorsan suç da işleyebilirsin zihniyetinin kurcalanmasıdır. Ve ek olarak, şu bilinmeli ki kendine yararı olmayanın başkasına ya da devlete de yarandığı görülmemiştir.İSKENDER KAHRAMAN

0 Kommentare: