Yazi dizisi : `1 Mayis`a dogru 2009 `

İşçi Sınıfı’nın Birlik Mücadele ve Dayanışma Günü 1 Mayıs’a sayılı günler kaldı. İşçi ve emekçiler neoliberal dönüşüm adı altında süren saldırılar nedeniyle her 1 Mayıs’ı artan sorunlarla karşılıyordu.

SUNU

İşçi Sınıfı’nın Birlik Mücadele ve Dayanışma Günü 1 Mayıs’a sayılı günler kaldı. İşçi ve emekçiler neoliberal dönüşüm adı altında süren saldırılar nedeniyle her 1 Mayıs’ı artan sorunlarla karşılıyordu.

Bu yıl ise krizin yıkıcı etkileri nedeniyle her zamankinden daha önemli bir süreçten geçiliyor. Sendikaların, emek örgütlerinin yıllarca “Gerçeği yansıtmıyor” dediği resmi rakamlar bile artan işsizliğin, yoksulluğun geldiği korkunç boyutu gizleyemiyor.

Patronlar bu süreçte krizin faturasını işçilere ve emekçi halka ödetmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Az işçiyle fazla üretim, işten atmalar, ücretsiz izinler ve esnek çalışmanın tüm yöntemleri bu dönemde hayata geçirilmeye çalışılıyor. Sözleşmeler baskılanıyor, hak isteyene “Kriz var otur yerine” deniyor. Bu süreçte sendikal yasalar ve işçilerin en temel haklarından olan kıdem tazminatı yeniden gündeme getirildi. Ama ilerleten değil, yasakları koruyan, hakları ortadan kaldıran bir biçimde.


Tüm bu saldırıların püskürtülmesi için birlik, mücadele ve dayanışma her zamankinden daha önemli bir talep olarak dile getiriliyor. Ne yazık ki, mücadele talebi, alan tartışmalarının gölgesinde bırakılmaya çalışılıyor.
İşçilerin canları pahasına yazdığı 1 Mayıs’ın tarihi, emekçilere öğretmeye devam ediyor.

Sekiz saat çalışma, sekiz saat dinlenme


Amerika’da 1700’lü yılların sonundan itibaren, günde 16 saate çıkan çalışma sürelerinin 10 saate indirilmesini isteyen işçiler, polis kurşunlarına karşı verdikleri mücadeleyle taleplerini kabul ettirmişlerdi. Ancak, bu mutlak bir kazanım değildi, hedef; 8 saatlik işgünü hakkının elde edilmesiydi.

Bu talep öylesine benimsendi ki; işçilerin söylediği şarkılara bile girdi:


“Çok çalışmaktan yorulduk
Yaşamaya ancak yetecek kadar para
Düşünceye zaman yok
Güneş ışığını hissetmek istiyoruz. Çiçekleri koklamak istiyoruz.
Tanrının bunu istediğinden eminiz ve 8 saati alacağız
Doklardan dükkan ve fabrikalardan güçlerimizi bir araya getirdik: Sekiz saat çalışma, sekiz saat dinlenme
Bunu başaracağız.”

Bir gunluk isyan!

1886’da Şikago’daki Amerika İşçi Sendikaları Konfederasyonu, 8 saatlik işgünü için 1 Mayıs’ı grev ve 8 saat uygulamasını fiili olarak hayata geçirme günü belirledi.
Alınan karar çok geçmeden her fabrikaya yayıldı. Buna karşı çıkan sendikalara üye işçiler bile çalışmalara aktif olarak katıldı. İşçilerin dağıttığı bir bildiride şöyle yazıyordu: “Bir günlük isyan, daha azı değil. Emeğin dünyasını egemenlik altında tutan kurumların sefil sözcülerinin denetimi dışında bir gün. Emeğin kendi yasalarını yaptığı ve bunları uygulamaya koyma gücünü elde ettiği bir gün. Emekçi ordusunun birliğinin yarattığı muhteşem gücün, dünyanın tüm halklarının kaderlerini ellerinde tutanlara karşı çevrildiği bir gün.”
İşçilerin hepsinin dilinde aynı sözler vardı: “Biz sadece, fabrikada çalışan, akşam eve geldiğinde yemek yiyip yatan ve ertesi gün yeniden çalışan köleler değiliz. Düşünmek ve yaşamak istiyoruz.”

Haymarket olayi


1 Mayıs 1886’da, grev ve gösterilere yarım milyon işçi katıldı. Halklar arasındaki dayanışma da o gün en yüksek noktaya ulaştı. Louisville’de (Kentucky) 6 binden fazla siyah ve beyaz işçi, birlikte yürüdü. O dönemde Louisville’deki parklar, siyahlara kapalıydı. İşçiler, sokaklarda yürüdükten sonra hep birlikte Ulusal Park’a girdi. Her eyalet ve kentte, siyah ve beyaz işçilerin birlikte yaptığı gösteriler, gazeteler tarafından, “Böylece önyargı duvarı yıkılmış oldu” şeklinde yorumlanmıştı.

Grev ve gösteriler, 1 Mayıs’tan sonra da sürdü. İşçilerin çoğu 3 Mayıs’ta sokaklara çıktılar. McCormick’e ait fabrikadan atılan ve grevde olan işçiler de miting yaptılar. Miting sona ermek üzereyken McCormick fabrika düdüğünü çalarak, içerdeki grev kırıcıları dışarı çıkarttı. Grev kırıcıları protesto etmek için bir grup işçi fabrikaya yöneldi. İşçilere ateş eden polis, 4 işçinin ölmesine, onlarcasının yaralanmasına neden oldu.
Saldırıyı protesto etmek için 4 Mayıs’ta Haymarket Alanı’nda miting düzenlendi. Miting tam dağılırken, kürsünün önüne, nereden geldiği belli olmayan bir bomba atıldı. Hemen polisin önünde patlayan bomba nedeniyle 7 polis öldü, 69’u ise yaralandı. Yüzlerce işçi asılsız ithamlarla tutuklandı. Tutuklanan işçilerden sekizi yargılanmak üzere seçildi: Albert R. Parsons, August Spies, Samuel J. Fielden, Michael Schwab, Adolph Fischer, George Engel, Louis Lingg ve Oscar Neebe.

`Bu ates sonmez!`


Neebe hariç, yedisi ölüme mahkum edildi.
İdamdan bir gün önce 10 Kasım’da Vali Oglesby, Fielden ve Schwab’ın cezalarını ömür boyu hapse çevirdi. Parsons, Engel, Spies ve Fischer 11 Kasım 1887’de idam edildi. Lingg ise cezaevindeki hücresinde ölü bulundu. İntihar mı yoksa cinayet mi olduğu açıklığa kavuşturulmadı.
İdam edilen işçi önderlerinin son sözleri tarihe yazıldı. Spiers’ın şu sözleri işçilerin mücadeledeki kararlılığının da simgesi oldu: “Bizi asarak işçi hareketini, milyonları, yoksulluk içinde çalışan milyonlarca işçiyi kendisine çeken bir hareketi yok edeceğinize inanıyorsanız, durmayın bizi asın! Burada bir kıvılcımı yok edeceksiniz, ama orada, önünüzde ve arkanızda her yerde başka kıvılcımlar çakacaktır. Bu, içten içe yanan bir ateş. Bu ateşi söndüremezsiniz.”
Söndüremediler de... 13 Kasım Pazar günü ise yarım milyon işçinin katıldığı bir cenaze töreni düzenlendi.
1886’daki hareket istenen başarıya ulaşmasa da kazanımları beraberinde getirdi. İşgününün 14-16 saat olduğu işkollarında bu süre 12’ye indi, 10 saat çalışan yerler ise 9 saate. 1886’da sekiz saat mücadelesi verilen işkollarında haftalık çalışma süresi 62 saatten 59 saate indi.

Mucadele gunu

Amerika İşçi Sendikaları Konfederasyonu 1888’de, 8 saatlik işgünü kabul edilinceye kadar her yılın 1 Mayıs’ında grev yapılması kararını açıkladı. Belçika, Almanya, İngiltere ve Fransa’daki sendikalar da karara katılacaklarını ilan ettiler.
2. Enternasyonal, 1889’da Paris’te toplanan 1. Kongresi’nde 1890 1 Mayıs’ında Amerika İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun yapacağı genel grevi bütün ülkelerde uygulama kararı aldı. 1891’de yapılan 2. Kongrede ise 1 Mayıs’ın İşçi Sınıfının Birlik Mücadele ve Dayanışma Günü olarak her yıl kutlanmasını kararlaştırdı. Sonrasında işçi sınıfı tüm ülkelerde ekonomik, demokratik ve siyasi talepleriyle zenginleştirerek çıktı alana...
8 saatlik işgünü mücadelesinin ortaya çıkardığı 1 Mayıs, 123 yıldır, işçi sınıfının talepleri için mücadelesini yükselttiği bir gün oldu.

Asilan iscilerin son sozleri

George Engel: İlk kez mahkeme önüne çıkıyorum ve cinayetle suçlanıyorum. Neden buradayım? Neden cinayetle suçlanıyorum? Almanya’yı terk etmeme yol açan aynı şey yüzünden: İşçi sınıfının yoksulluğu ve sefaleti. (...) Vatandaş ya da değil, bir işçi olarak hiçbir hakkım yok. Bu yüzden ne sizin haklarınıza ne de yasalarınıza saygı duyuyorum. Çünkü onları bize, işçi sınıfına karşı olan bir sınıf yaptı ve yönetiyor. Benim suçum ne? Çoğunluk sefalet içinde yüzerken, birilerinin milyonları istifleyemeyeceği bir toplumsal sistemi getirmek için uğraştım.
August Spies: Eğer bizi asarak işçi hareketini ezebileceğinizi sanıyorsanız -ki o hareket haksızlığa uğramış milyonların, yokluk ve sefalet içinde çalışan ve yaşayan milyonların, ücretli kölelerin hareketidir- eğer, böyle düşünüyorsanız, asın bizi! Bir kıvılcımı söndüreceksiniz, ama orada, önünüzde ve arkanızda, her yerde alevler parlayacak. Bu bir yeraltı yangınıdır. Ondan kurtulamazsınız. (...) Gerçeği söylemeye cesaret edenleri bir kez daha ölüme gönderecekseniz, ben de diyorum ki; gerçeği söylemenin bedeli ölüm cezasıysa eğer, onurla ve cesaretle bu bedeli ödemeye hazırım. Çağırın cellatlarınızı!
Albert R. Parsons: Ekmek özgürlüktür, özgürlük ekmek. Zenginlerin sarayları yoksulların kulübelerini gölgeliyor ve biz de Victor Hugo gibi diyoruz ki, zenginin cenneti yoksulun cehenneminden doğar.
Adolph Fischer: Ölüme mahkum edilmemi protesto ediyorum, çünkü burada cinayetten suçlu bulunmadım. Ancak, eğer özgürlük, kardeşlik ve eşitlik istediğim için ölmek zorundaysam, buna itiraz etmeyeceğim. Eğer ölüm, insanlığa duyduğum sevginin cezasıysa, o zaman hayatımdan hemen vazgeçerim.
1905’ten 2009’a 1 Mayıs

1 Mayıs, modern kapitalist toplumun uzlaşmaz çıkarlara sahip iki ana sınıfının (burjuvazi ve proletarya) mücadelesinin bir sonucu olarak doğmuş ve tarihin akışı içinde bu mücadeleyi dolaysızca sembolize eden bir gün olarak yerini almıştır.
Ancak 1 Mayıs asla geçmişe (tarihe) ait bir gün değildir. O, işçi sınıfı açısından geçmiş mücadele deneyimlerini günümüze taşıması yönüyle tarihsel, kesintisiz süren bir mücadelenin unsuru olarak günceldir. Bu bağlamda 1 Mayıs’ın tarihi, hem uluslararası düzeyde emek cephesinin, sermaye cephesine karşı mücadelesinin, hem de tek, tek ülkelerdeki işçi sınıfı hareketinin gelişim süreçlerini ideolojik, örgütsel her açıdan ortaya çıkaran bir turnusol gibidir.

Turkiye`de 1 Mayis`lar

Burjuva kapitalistler sınıfı da 1 Mayıs’ın sınıf mücadelesindeki öneminin ortaya çıktığı andan itibaren en az işçi sınıfı kadar farkında olmuş, baskı ve yasaklamalarla 1 Mayıs’ların kutlanmasını engellemeye çalışmış, buna güç yetiremediği yerde de ideolojik olarak bozuşturmaya, içini boşaltarak o’nun işçilerin elinde bir mücadele silahına dönüşmesini önlemek istemiştir. Türkiye’de 1 Mayıs’ın tarihi özetine girmeden önce bu saptamayı yapmak gereklidir; zira Türkiye bu bakımlardan tam bir “laboratuar zenginliği” sunmaktadır.
Türkiye işçi sınıfı ve mücadelesinden gerçek anlamda 19. yüzyılın son çeyreğinden itibaren söz etmek mümkündür. Osmanlı döneminde Üsküp, Selanik, İstanbul, İzmir, Bursa gibi şehirler işçi sınıfının yoğunlaştığı kentlerdir ve doğal olarak ilk işçi mücadeleleri ve 1 Mayıs kutlamaları buralarda kendini göstermiştir. İlk 1 Mayıs 1905 yılında İzmir’de kutlanmıştır. 1909 yılında Üsküp’te ki kutlamanın ardından İstanbul’da 1 Mayıs ilk kez 1910 yılında kutlanmıştır.
1920 yılında İstanbul’da işçiler işgal altında işgalcilerin ve işbirlikçi hükümetin bütün engellemelerine karşın, Haliç’ten, Beyoğlu’na kadar yürüyerek 1 Mayıs’ı kutlamıştır. İşçilerin taşıdıkları pankartlarda, ekonomik sendikal taleplerinin yanında “bağımsız Türkiye” gibi doğrudan siyasal sloganlarda yazmaktadır. Gelgelelim işçilerin bu antiemperyalist ve yurtsever tutumundan resmi tarihte hiç söz edilmemektedir.

Cumhuriyet donemi

İşçiler, siyasal planda yalnızca ülkenin bağımsızlığı talebiyle yetinmeyeceklerini yanı sıra kendi bağımsız sınıf çıkarlarını da öne çıkardıkları 1923 yılı 1 Mayıs’ında göstermişlerdir. Yerli ve yabancı şirketlerde çalışan işçiler greve çıkarak kutladıkları 1 Mayıs’ta “ yabancı şirketlere el konulması, 1 Mayıs’ın işçi bayramı olarak tanınması, 8 saatlik işgünü, hafta tatili, serbest sendika ve grev hakkı” talep etmişlerdir.
Genç cumhuriyetin başındaki Kemalist burjuvazi işçilerin taleplerini görmezden gelmiş, 1924 1 Mayıs’ını engellemek için 8 saatlik işgünü için bildiri dağıtan işçiler tutuklanmıştır. Aynı yıl yapılan İzmir İktisat Kongresi’nde işçi talepleri burjuvazi için adeta bardağı taşıran son damla olmuştur. 1925 yılında çıkarılan Takrir-i Sükun Kanunu ile 1 Mayıs kutlamaları başta olmak üzere her türlü işçi eylemi ve örgütlenmesi yasaklanmıştır. Ne var ki, bu yasaklamalar işçilerin ne 1 Mayıs’ı kutlamalarını, ne de serbest pazarlık ve grev hakkı başta olmak üzere sendikalaşma ve örgütlenme talep ve girişimlerini ortadan kaldırmıştır. Kutlamalar ve örgütlenme çalışmaları 1935 yılına kadar tümüyle gizli bir yeraltı faaliyeti olarak sürmüştür. 1935 yılına gelindiğinde tipik “baskı ve yasaklarla engellemenin yetmediği yerde içini boşaltarak tehlike olmaktan çıkart tutumu”yla karşılaşıyoruz.

`Bahar Bayrami`

1935’te “Ulusal Bayramlar ve Genel Tatiller Kanunu” ile 1 Mayıs günü “Bahar ve çiçek Bayramı” olarak ilan edilerek “birlik, dayanışma ve mücadele günü olarak ” işçilerin hafızasından silinmek istenmiş; olmadı, Toplusözleşme, Grev ve Lokavt Kanunu’nun kabul edildiği gün olan 24 Temmuz Türkiye işçi sınıfına “senin işçi bayramın bugündür” denerek dayatılmış; ne ki hiçbir girişim Türkiye işçi sınıfı ve emekçilerini ne 1 Mayıs’ı kutlamaktan, ne de 1 Mayıs’ın işçi bayramı olarak tatil günü olması talebinden alıkoyamamıştır.
İşçilerin mücadeleleri sonucunda 1963 yılında toplusözleşme ve güdük de olsa grev hakkının tanınmasıyla birlikte işçi sınıfının sendikal örgütlenme ve hak mücadeleleri alabildiğine gelişme göstermiştir. İşçi hareketindeki bu dinamizm sendikal hareket içinde “mücadelecilik- uzlaşmacılık” ekseninde bir ayrışmayı beraberinde getirmiş ve 1967 yılında DİSK kurulmuştur. 1972 yılında 2 bin işçinin iş bırakarak kutlama yapmasını dışta tutarsak uzun yıllar sonra ilk görkemli 1 Mayıs kutlaması DİSK tarafından 1976 yılında 400 bin işçinin katılımıyla Taksim’de gerçekleşmiştir. ’76 1 Mayıs’ı ve işçi Türkiye işçi sınıfının o dönemki mücadeleci tutumu emperyalistleri ve işbirlikçilerini deyim yerindeyse dehşete düşürmüştür.

Kontrgerilla sahnede

Egemenlerin bu gidişata ilişkin yanıtı ’77 1 Mayıs’ında Taksim Meydanında Kontrgerilla tarafından gerçekleşen ve 37 işçinin yaşamını yitirdiği katliamla oldukça kanlı olmuştur. Ardından sıkıyönetimli günleri 12 Eylül askeri faşist darbesi izlemiş ve 1 Mayıs bir kere daha uzun yılları bulan yeni bir yasaklamaya tabi tutulmuştur. İşçi ve emekçilerin 12 Eylül rejiminin serptiği “ölü toprağı”nı üzerilerinden atmaları ve yeniden sahne almaları ‘80’li yılların sonunu bulmuştur. Ancak, dünyada yaşananların sınıf güç ilişkilerindeki yarattığı değişim, işçi ve emekçilerin bu dönemde ileriye yönelik en küçük bir adımı dahi büyük sancılarla atmalarına yol açmıştır. Bunların neler olduklarının kavranmasını kolaylaştırmak üzere 12 Eylül’e gelinceye kadarki, özellikle ’60 ve ‘70’li yıllardaki işçi hareketinin bazı yönlerine değinmek faydalı olacaktır: Her şeyden önce, bu yıllar işçilerin zihninde dünyanın kapitalistler ve işçi sınıfı, emekçiler ve ezilen halklar olarak bölündüğü bir dünyadır. İşçilerin günlük mücadele ve eylemine bu anlayış yön vermektedir. Dolayısıyla gerek sendika bürokrasisinden, gerekse sınıf dışı küçük burjuva sosyalizminden gelen etkilenmelere prim tanınmamaktadır. Kavel, Sungurlar, Demirdöküm gibi grevler 15-16 Haziran gibi büyük işçi direnişlerinde inisiyatif işçilerin ellerinde, daha doğrusu fabrikalarda oluşturdukları komitelerin ellerindedir. 1 Mayıs’larda bu anlayışla örgütlenegelmiştir. Öte yandan, mücadele konusu eylem ve örgütlenmenin içeriğinin (taleplerinin) doğrudan işçiler tarafından belirlenmektedir. Çelişki çıktığı anda işçiler sendikacılara karşı tutum almakta ve kendi bildikleri doğrultuda harekete geçmekte bir an bile tereddüt etmemektedirler. Denebilirse, işçi hareketinin bu dönemdeki en karakteristik yönünü bu olgular oluşturmaktadır.

12 Eylul ve sonrasi

12 Eylül tüm toplumun, özellikle de işçi ve emekçilerin üzerine bir kabus gibi çökmüştür. 12 Eylül’ün hedefinde öncelikle işçi sınıfı hareketi vardı, dolayısıyla en büyük darbe buraya vurulmuştur.
Konfederasyonlar, sendikalar kapatılmış, sendikacılar, sınıf bilinçli işçiler tutuklanmış, yargılanarak cezalara çarptırılmıştı. Bu durum sınıf hareketinin uzun mücadele yılları içinde eğitip öne çıkardığı öncü unsurlarından yoksun kalması anlamına gelmekteydi. Ve bütün bunların sosyalizmin aldığı geçici yenilgi dönemine denk gelmesi ise bu olgunun sınıf hareketindeki yol açtığı tahribatın boyutlarını fazlasıyla artırmıştır. ’80’li yılların sonunda işçiler “Bahar eylemleri”yle uzun yıllar sonra haklarını aramaya başladılar; ancak, bu sorun nedeniyle pek çok bakımdan el yordamıyla ilerlemek; yukarıda da vurgulandığı gibi, her adımda Küçük burjuva sınıf dışı unsurların bozuşturucu etkileriyle savaşmak zorunda kaldılar. Sınıfın mevzilerinin dağıtılmış olmasından da güç alan sınıf dışılık, sınıf hareketinin nesnelliğini zerrece dikkate almadan kendi öznel gündemini her fırsatta işçi hareketine dayatmaya başlamıştır. Denebilirse bu mücadele uç noktada 1 Mayıs konusunda yaşanmıştır/yaşanmaktadır.

Butun sokaklar 1 Mayis alani!

‘87 yılındaki salon kutlamasının ardından ‘88 yılında İstanbul’da işçiler yasadışı bir biçimde alanlara çıkarak 1 Mayıs’ı kutlamışlardır. ‘89 yılında İstanbul’da sendikaların çağrısıyla Mecidiyeköy’de toplanan işçiler sendikacıların devlet ve hükümetten gelen baskılar sonucu son dakikada eylem alanında geri basmalarına karşın, sendikacıları dinlemeyerek 1 Mayıs’ı fiilen sokaklarda kutlamışlar, deyim yerindeyse bütün sokakları 1 Mayıs alanı haline getirmişlerdir. Sendikacıların ihanete varan bu tutumu sınıf dışı akımları cesaretlendirmiş, bunun sonucu 1990 1 Mayıs’ında, 1 Mayıs’ın Türkiye’de tek bir alanda Taksim’de kutlanması gerektiğini önererek; işçi hareketi ve sendikal hareketin tüm sorunlarının ancak böylece bir çözüm yoluna gireceğini belirtmişlerdir. İşçi hareketi ve sendikal hareket içinde “Taksimcilik” diye nitelenen bir cephe böylece açılmıştır. Ne var ki işçi sınıfı, 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamanın önemini göz ardı etmeden, ancak mevcut koşulda sermaye cephesine karşı birliğinin “Taksim ısrarı”yla sağlamasının mümkün olmadığını da görerek “Taksimcilik” çizgisini reddetmiş, başta İstanbul olmak üzere ülkenin her yerinde baskı ve yasaklara aldırmadan acil talepleri etrafında fabrikalarda ve sokaklarda 1 Mayıs’ı kutlamışlardır. Bunun sonucudur ki, sermaye ve devlet ertesi yıldan başlayarak 12 Eylül’le başlayan yasaklamaya son vererek 1 Mayıs’ın alanlarda kutlanmasını kabul etmek durumunda kalmış, ‘76 ve ‘77 1 Mayıs’larından sonraki en kitlesel ve yaygın 1 Mayıs kutlamaları gerçekleşmeye başlamıştır.
Uzun bir süre bazı küçük burjuva sol grup ve dergi çevrelerinin dışında “Taksimcilik” ısrarı olmamıştır. Ancak, işçi hareketindeki - yetiştirdiği öncü kuşağı sermayenin saldırılarından koruyamaması vb gibi- istikrarsızlıklar sendikalarda bürokrasinin kaybettiği etkinliği yeniden ele geçirmesini beraberinde getirirken bu durum DİSK, KESK gibi emek örgütlerinde sınıf dışı akımların mevzi tutmalarıyla birleşince, “Taksimcilik” yeniden ama bu kez, bazı konfederasyon ve sendika yönetimleri tarafından yeni tarzda sınıfın gündemine getirilmeye başlanmıştır.

2009 1 Mayis`i

2009 1 Mayıs’ı dünyada yaşanan ekonomik krizin faturasının devlet ve sermaye eliyle işçi sınıfı ve emekçilere yıkılmak istendiği koşullarda gerçekleşiyor. Türkiye’de ise süreç çok daha ağır yaşanıyor. İşsizlikte Güney Afrika’dan sonra dünya ikincisiyiz. İşsizlik resmi rakamlarla yüzde 16’yı bulmuş, gerçekte çalışabilir nüfusun dörtte biri işsiz durumda, Kürt sorunu başta olmak üzere ülkenin temel demokrasi sorunlarında oldukça kritik bir süreç yaşanıyor, bunlara pek çok şey eklenebilir ama gel gör ki, işçi sınıfı hareketi ve sendikal hareket 2009 1 Mayıs’ında bu saldırılara nasıl güçlü bir yanıt vereceğini tartışmak yerine kendisini yeni bir “Taksimcilik” tartışmasının ortasında bulmuştur. Sınıf güç ilişkilerini hiç dikkate almadan bu tartışmayı (ve kaçınılmaz olarak bölünmeyi) işçi hareketinin gündemine sokanların konfederasyon yönetimleri olması, “Taksimcilik”i sınıf dışılıktan çıkarıp proleter bir taktik çizgiye dönüştürmemektedir. Taktiğin özü, bölmek değil birleştirmektir. Ancak “Taksimcilik” ısrarı farklı konfederasyonlara mensup sendikal güçleri bölük, pörçük hale getirmiş; günün görev ve sorumluluklarının üstesinden “Taksimcilik”le gelinemeyeceğini daha şimdiden göstermiştir.
Türk, Kürt her milliyetten Türkiye işçi sınıfı ve emekçilerinin çıkarları 2009 1 Mayıs’ında sendikalı, sendikasız, farklı konfederasyonlara mensup olma gibi her tür ayrımı bir kenara iterek güçlerini birleştirmekten ülkenin her yerinde alanlara çıkarak ortak taleplerini haykırmaktan geçmektedir. İşçi ve emekçiler için doğru taktik tutum bu olacaktır. Görünen o ki, 2009 1 Mayıs’ı ileride diğer özelliklerinin yanında işçi sınıfı ile, sınıf dışılığın ideolojik mücadelesine sahne olmakla da anılacaktır.
Son olarak, elbette ki, Türkiye işçi sınıfı için Taksim Meydanı 1 Mayıs Alanıdır ve işçi sınıfı Taksim alanını er, geç kendisinin kılacaktır. Bundan zerrece şüphe duyulamaz. Fakat işçi sınıfı bunu ancak kendi gücüyle elde edeceğini “Taksimcilik” yapanlardan çok daha iyi bilmektedir.

Kriz ve 1 Mayis

İçinden geçtiğimiz krizin işçi sınıfına en önemli yansıması işsizliktir. “İşsizliğe karşı mücadele” deyince ya da “işçinin çalışma saatlerinin belirlenip, ‘belirli bir işgünü’nün yasal garantiye ulaştırılması, iş güvencesi ve çalışma koşullarının iyileştirilmesine dönük önlemler” denince ilk akla gelen 1 Mayıs’tır. Çünkü 1 Mayıs; işçilerin “8 saatlik işgünü talebinin genişlemesi” üstünden tarih sahnesine çıkmış; uzun mücadeleler içinde işçi sınıfının yakın ve uzak taleplerinin şahsında birleştiği bir mücadele gününe, bir bayrama dönüşmüştür.
Bu nedenledir ki, 2009 1 Mayıs’ı, tarihsel geçmişine ve ruhuna uygun bir şekilde, güçlü bir şekilde kutlamayı gerektiriyor. Çünkü küresel ekonomik kriz işsizlik ve kuralsızlığı üst seviyelere taşımıştır. Kriz, artık bütün ekonomik göstergelere yansımış durumda. Dünyada finans sektöründe başlayan, devleri sarstıktan sonra reel sektöre sıçrayan kriz, Türkiye’de de tüm ekonomik göstergelerde kendisini hissettiriyor. İşsizlik hızla tırmanıyor. Sanayi üretimi hızla düşüyor. Kapanan işyeri sayısı çığ gibi büyüyor. Türkiye’nin önem verdiği doğrudan yabancı yatırımları durma noktasında.
İşsizlik yüzde 15,5 gibi yüksek bir oranla tarihi düzeye ulaştı. Hükümete göre mart ayında az da olsa düşüş başlayacak. İddia odur ki, Haziran’da turizm, inşaat ve tarımda istihdam artışı yaşanacak. Yaz aylarında işsizlik yüzde 12’le kadar gerileyecek ve böylece yıl sonu hedefi tutacak.
Marttan sonra “olumluya doğru evrilir” gibi bir savın ise gerçekçi olduğunu savunmak çok güç. Kapasite kullanım oranı ve sanayi üretim endeksi gibi öncü göstergeler ekonomide yönün olumluya değil, olumsuza doğru geliştiğini ortaya koyuyor. Cirolar, siparişler gerilemiş durumda. Hızlanan istihdam kaybı başta imalat sanayii olmak üzere endüstride daha büyük boyutlarda. Şu anki tablo önümüzdeki dönemde sanayi üretiminde öngörülenlerden daha keskin düşüşlerle karşılaşacağımızın habercisi sayılabilir.
Yıl sonu işsizlik oranı olan 13,5 hedefinin tutması için istihdamın 780 bin kişi artması lazım. Bu kadar istihdam artışı, rekor büyüme yıllarında bile olmadı.

Merkezde derinlesme

Krizin merkez üssü ABD’de de durum iç açıcı değil. Küresel ekonomik krize ilişkin gelişmeler gündeme damgasını vurmayı sürdürüyor. ABD’de işsizlik oranı geçen ay yüzde 8,5 ile son 25 yılın en yüksek seviyesine ulaştı. AB ve Japonya ekonomisinde büyük daralmalar bekleniyor.
Hiçbir paketin çözüm ol(a)madığı ortada. Çözüm olamaması da anlaşılır bir durum. Çünkü yaşanan kriz birilerinin iddia ettiği gibi hemen düzeltilebilir olanlardan değil. Yaşananların, kısa dönem, 3-5 yıllık iş çevrimleri ile 3-5 bankanın açgözlülüğünün yol açtığı kısmi finansal çöküntülerle ilişkisi yok.
Kapitalizm ekonomik krizde. Merkez kapitalist ülkelerde de işsizlik kronik bir hal aldı. ‘Krizi kahini’ olarak adlandırılan ekonomist Nouriel Roubini’ye göre, dünya ekonomisi bu yılı yüzde 1.9 daralmayla kapatacak. Gelişmiş ülkelerdeki işsizlik oranı yüzde 10’un üzerine çıkacak.
Roubini’ye göre işsizlik artmaya devam edecek. ABD’de yüzde 8.5 olan işsizlik oranı 2009 ortasında yüzde 10’u aşacak. Roubini’ye göre gelişmiş ekonomilerdeki daralma yüzde 4’le daha derin yaşanacak. En keskin düşüş ise Japonya ve Euro Bölgesi’nde görülecek.
Tablo, 2001 yılına benzemektedir ama koşullar 2001’inkiyle aynı değildir. 2001 yılında dünya olumlu bir ekonomik hava içindeydi. İhracatta sorun yoktu, çünkü kurdaki değişim de ihracata yaramıştı. Öte yandan hızla girmeye başlayan sıcak para iç borçların dönmesinde büyük kolaylık sağlamıştı. Emekçilerin gelirleri reel anlamda kayba uğratıldı. İşçi, emekçi ve üretici köylülüğe ağır faturalar ödetildi. Buralardan kısılanlar ‘sıkı mali disiplin’ adı altında sermaye kesimlerine aktarılarak, iç borç sorunu halledildi. Dış açık büyüdü ama küresel likidite bolluğuyla o sorun da halloldu. Kısacası o zaman dış konjonktür çok elverişliydi. Oysa 2008 ve 2009 yılında dış dünya berbat bir durumda.

Boz umitlere yer yok


Böylesi derin krizden çıkış için sermayenin formülü bellidir; İşçiliği ucuzlat, sıfır zam dayat, çalışma koşulları kötüleştir. Dünyada yeni yağma alanlar yarat.
Eğer sermaye güçleri, işsizliğe çözümü kendileri bulacaklarsa, 1990’lardan beri hayata geçirmek istedikleri “esnek çalışmaya” başvurarak; herkesin haftada 10-15 saat çalışıp o kadar para aldığı bir sistem kurup “işsizliği kaldırdık” edebiyatına sarılmaktan başka bir yol aramayacaklardır. Çünkü haftanın 168 saati çalışmaya hazır tuttukları işçiyi; istedikleri 10-15 saat çalıştırıp “işsizlik” derdinden kurtulacaklar. İşçileri tüm sosyal, ekonomik haklarından arındıracaklar. Aynı zamanda örgütsüz bırakacaklar. Dolayısıyla; birer birer işçileri ve sınıfı bekleyen en büyük tehdit işsizliktir. Sermayeden başka bir çözüm beklemek boş bir ümittir.
1 Mayıs; bu tehdidin sınıfın en geniş kesimlerine duyurulması ve işten çıkarmaların yasaklanması, ücretler düşürülmeden 40 saatlik iş haftası, haftada 5 gün çalışma taleplerinden vazgeçilmeyeceğini; “esnek çalışmaya hayır” denileceğini göstermenin bir vesilesi olmalıdır.
Gazetemizin bir baş yazındaki vurgusu yeniden hatırlanmalıdır: “Yani bugün asıl sorun 1 Mayıs’ı Taksim’de mi başka yerde mi kutlamak değil; 1 Mayıs’ın hangi taleplerle kutlanması gerektiği iken, bu hiç akıllara bile getirilmemektedir! Evet yüzde 15.5’e dayanmış ve daha da artıp uzun yıllar süreceği artık kesin olan işsizliğe karşı mücadele, sadece işsizlerin değil tüm sınıfın 1 Mayıs ve sonrası çalışmasının merkezidir.
1 Mayıs da bunun ilan edildiği bir gün olmalıdır!”

Kriz karşıtı mücadele talepleri

Krizin yükünün işçi sınıfı ve emekçilerin üstüne yıkılmasına karşı çeşitli çevreler tarafından programlar yazıldı. Bunlar sendikalara ve emek örgütlerine dayatıldı. Ama geçen bu sürede yazarlarını tatmin edecek programlar yazmanın emekçileri birleştirmek ve hareketi geçirmekte bir yararı olmadığı gibi anlaşılır olmadığı da görüldü. Tersini bugün ihtiyaç olan sağcı-solcu, şu partiden, bu partiden, Türk, Kürt, Alevi, Sunni, şu memleketli, bu bölgeli, şu sendika, bu konfederasyon üyesi demeden krizden zarar görecek tüm emeği ile geçinenleri birleştirecek taleplerin öne sürülmesi ve bu talepler üstünde oluşturulacak birliktir. Bu mücadelenin ilerlemesi ve bir güç olarak sahneye çıkmasına paralel olarak bu talepler için verilen mücadele için de bir programda geliştirilebilcektir.

Bugün emekçilerin en acil talepleri şunlardır ve 1 Mayıs’a bu talepler taşınmalı, sonrasında mücadele bu talepler üzerinden yükseltilmelidir:

*İşten çıkarılmaların yasaklanması
*Temel tüketim mallarına yapılan zamların geri alınması
*Ücretlerde bir düşüş yapılmadan çalışma saatlerinin kısaltılması
*Haftada 5 gün 40 saatlek çalışmanın aşılmaması
*Fazla mesailerin yerine yeni istihdama gidilmesi
*Taşeron çalışması, kısmi çalışma ve öteki esnek çalışma yöntemlerinin yasaklanması
*Yeni bir istikrar programı dayatan IMF ile anlaşma yapılmaması; istihdam yaratacak yatırımları yapılması
*İşsizlik sigortasından faydalanma koşullarının kolaylaştırılması
*İşsizlik sigortası başta olmak üzere emekçi fonlarının patronlara peşkeş çekilmesinin önlenmesi
*Kriz nedeniyle işsizlerin sigorta primlerinin devlet tarafından ödenmesi
*Genç işsizlerin meslek edinme kursiyerlerinin geçim masraflarının kendilerine ücret olarak ödenmesi
*İşsizlerin su, elektrik, doğalgaz, kira ve temel gıda giderlerinin işsizlik yardımı olarak ödenmesi
*İşsizlerin çocuklarının eğitim ve diğer giderlerinin devlet tarafından karşılanması; ihtiyaç sahibi ailelere yoksulluk sınırının üzerinde bir sosyal yardım yapılması
*Devlet sosyal güvenlik kurumlarının olanaklarının işsizliğin azaltılması ve işsizlerin yaşam koşullarının iyileştirilmesi için kullanılması
*Sendikalaşmanın önündeki engellerin kaldırılması ve kamu emekçilerine grevli toplusözleşme hakkı tanınması
Hazirlayan : Gunluk Evrensel gazetesi Isci Sendika Servisi

devam edecek...

0 Kommentare: