`Tarihi direnis`in uzerinden 39 yil gecti
Türkiye'deki işçi sınıfı tarihine 'Büyük Direniş ' olarak geçen 15-16 Haziran işçi olaylarının üzerinden 39 yıl geçti.
İşçilerin sendika seçme özgürlüğünü önemli ölçüde kısıtlayan, toplu sözleşme ve grev haklarının önüne geçen Sendikalar Yasası'na karşı harekete geçen işçilerin iki gün süren grev direnişinin arından 3 işçi, 1 polis bir de esnaf yaşamını yitirirken, AP ve CHP'nin istemiyle çıkan yasa iptal edildi.
Çalışma yaşamı ve temel sendikalar mevzuatını düzenleyen 274 sayılı İş Kanunu ile 275 sayılı Sendikalar Yasası'nda değişiklik öngören bir yasa tasarısı hazırlama konusunda işbirliğine giren Adalet Partisi ve Cumhuriyet Halk Partisi, hazırladıkları yasa tasarısını 11 Haziran 1970'te Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay'ın onayına sokarak yürürlüğe soktu. İçeriğinde işçilerin sendika seçme özgürlüğünü önemli ölçüde kısıtlayan, sendika değiştirmeyi güçleştiren, toplu sözleşme ve grev haklarını kısıtlayan hükümler içeren söz konusu yasa tasarısına göre, bir sendikanın Türkiye genelinde faaliyet gösterebilmesi için mevcut işkolunda sigortalı çalışanların üçte birini örgütlemesi gerekiyordu. Tasarıya göre yine konfederasyon faaliyetinin yürütülebilmesi için de sigortalı işçilerin üçte biri kadar üyeye sahip olma zorunluluğu şart koşuldu.
Başbakanlığını Süleyman Demirel'in yaptığı hükümet tarafından koşul olarak ortaya konulan oranın, o yıllarda devam eden direniş ve grevlerin sendikal örgütleyicisi olarak DİSK'in engellemek istenmesi ve Türk-İş'ten DİSK'e geçişlerin önünün kesilmesi için çıkarıldığı düşünülen yasaya DİSK tepki gösterdi.
DİSK, yasa tasarısına karşı direniş kararı aldı
Tasarının işçilerin mevcut tüm sendikal haklarını ellerinden alacağı ve ileriye dönük olarak hak mücadelesi vermenin önünde engel oluşturacağının anlaşılmasıyla birlikte yeni tasarıya tepki gösteren DİSK ve bağlı sendikaların yanı sıra kararın alındığı mecliste grubu bulunan Türkiye İşçi Partisi (TİP) de değişikliği Anayasa Mahkemesi'ne götüreceğini açıkladı. TİP ayrıca yasayla ilgili iptal davası açtı. TİP tarafından açılan iptal davasının yanında yürürlüğe sokulan yasanın geri çekilmesi için Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay ve Başbakan Süleyman Demirel ile bir araya gelerek görüşen DİSK yöneticileri, yasanın değiştirilmesine ilişkin herhangi bir sonuç alamadı. Bunun üzerine DİSK karardan üç gün sonra 14 Haziran 1970 tarihinde yaptıkları toplantı sonrasında direniş kararı aldı.
İşçilerin direnişi 15 Haziran'da başladı
DİSK'li sendikacıların ve yöneticilerin tepkileri ile 15 Haziran 1970 sabahı İstanbul, İzmit ve Gebze'de 100 bine yakın işçinin 113 işyerinde birden iş bırakarak belli başlı merkezlerden yürüyüşe geçmesiyle birlikte tarihi direniş başlatılmış oldu. Son 1 buçuk yıl içerisinde bazı büyük fabrikalarda çeşitli işçi hareketleri ve direnişlerinin sürüyor olması birçok fabrikada ve işçi semtinde var olan gerginliği iyice arttırdı. Gebze bölgesinde bulunan sanayi işçileri tren ve karayollarını kesip, Ankara asfaltı üzerinden yürüyüşe geçti. Yürüyüşe Göztepe dolaylarında Otosan Fabrikası işçileri ile DMO işçileri de katılarak destek verdi. Anadolu Yakası'nda oluşturulan bir diğer yürüyüş kolu da Beykoz ve Paşabahçe'den, Üsküdar'a doğru yürüyordu. Aynı sıralarda Avrupa Yakası'nda, Topkapı, Haliç çevresi, Eyüp, Kâğıthane ve Levent'te de direniş başlatıp yürüyüşe geçen yüzlerce emekçi işçi caddeleri, meydanları ve sokakları adeta işgal etmişlerdi.
Sıkıyönetim ilan edildi
Direniş kararıyla birlikte 15 Haziran'da sokaklara dökülen DİSK'e bağlı sendika işçilerine, üniversite öğrencilerinin yanı sıra Türk-İş'e bağlı bazı işçiler de katılıp dayanışma örneği olarak destek verdi. İşçiler, direnişin ilk gününde herhangi bir müdahaleyle karşı karşıya kalmazken akşam saatlerinde toplanan Bakanlar Kurulu, 60 günlük sıkıyönetim ilan etti. 16 Haziran Salı sabahı Anadolu Yakası'nda yine Kadıköy ve Üsküdar'a doğru yürüyüşe geçerek direnişlerini sürdüren işçiler, karşılarında coplu, tabancalı toplum polisleri ve tanklı, tüfekli, süngülü askerler buldu. Kurulan barikatlarla önleri kesilen işçilerle güvenlik güçleri arasında ilk büyük çatışma burada başladı. Avrupa Yakası'nda da durum farksız değildi. Taksim'de buluşmak üzere şehir merkezine doğru harekete geçen işçi kafileleri Topkapı, Alibeyköy, Eminönü, Unkapanı yönlerinden yürüyüşe başlamışken, burada da işçilerin yürüyüşünü engellemek amacıyla Haliç'teki köprüler güpegündüz açılmış ve vapur seferleri iptal edilmişti. Askeri birliklerin seferber edildiği merkezi yerlerde ve Valilik önünde de işçilere karşı barikatlar kurulurken, özellikle Levent ve Kadıköy'de engelleme daha da ileri götürülerek polis ve askerler tarafından işçilerin üzerlerine ateş açıldı. Açılan ateş ve çıkan olaylar sonucunda Yaşar Yıldırım, Mustafa Bayram, Mehmet Gıdak isimli üç kişinin yanı sıra Yusuf Kahraman adlı toplum polisi ile olayları izleyen dükkân sahibi Abdurrahman Bozkurt yaşamını yitirdi.
TİP'ten ayrı olarak olayların ardından CHP Genel Başkanı İsmet İnönü ve Genel Sekreter Bülent Ecevit'in Anayasa Mahkemesi'ne itirazıyla işçilerin direnişe geçtiği yasa 'Anayasa Mahkemesi'ne aykırı olduğu' için iptal edildi. Yasa olayların ardından 15-16 Haziran 1970 olaylarıyla ilgili olarak açılan ilk dava düşse de daha sonraki DİSK ile ilgili bütün davalarda tekrar gündeme geldi. 1980 darbesi sonrası 1477 sendikacı için ağır müebbet cezası 52 sanık için de idam istenen DİSK davasında da 15-16 Haziran olayları da delil olarak gösterildi.
Tanıklar anlatıyor...
'İşçiler her şeyi göze almıştı'
Maden-İş Sendikası'nda o dönem Yönetim Kurulu Üyesi olan Hilmi Şindi, Türkiye'de 1963 yılına kadar işçi sınıfının herhangi bir sosyal hakkı olmadığını belirterek, DİSK'in kurulmasının işçi sınıfının anti-demokratik yasalara karşı durmasında büyük rolü olduğunu söyledi. Şindi, DİSK'in öncülüğünde yükselişe geçen işçi hareketinin tekelci burjuvaziyi korkutmaya başladığını ve bu yükselişe karşı önlem almak isteyen burjuvazinin İş Kanunu ve Sendikalar Yasası ile DİSK'in önünü kesmeye çalıştığını vurguladı. DİSK'in önünü kesmeye çalışan bu adımların atılmasıyla birlikte yönetim kurulu tarafından tekelci kapitalizme karşı mücadele edilmesi gerektiği yönünde alınan direniş başlatma kararının organize bir şekilde tüm işyerlerine tebliğ edildiğini belirten Şindi, gönderilen tebligatlarda yürütülecek eylem planından hiçbir şekilde geri dönüş olmayacağının kesin olarak aktarıldığını anlattı. Alınan kararın işçilerde zaten var olan inancı daha da yüksek noktaya taşıdığını ifade dene Şindi, 'Gasp edilmek istenilen hakları için sokaklara dökülen işçiler için bu inanç o kadar yüksek boyutlara ulaşmıştı ki işçilerin tümü göz altına alınabileceğini, tutuklanabileceğini ve ya işkencelerden geçirilebileceğini bile bile yine de meydanlara çıktı' dedi.
'İşçiler ayakkabılarını polise fırlatıyordu'
Şindi, alınan direniş kararıyla 15 Haziran'da sokaklara çıkan işçilerin ortaya koyduğu mücadelenin önünü kesmek ve direncini kırmak amacıyla alınan sıkıyönetim kararının da işçilerin ertesi gün yine meydanlara çıkmasına engel olmadığını vurguladı. Şindi, 16 Haziran'da Taksim'e ulaşmak amacıyla Levent istikametinden yürüyüşe geçen kortejde yaşanılanları şöyle aktardı: ' Yürüyüşümüzü engellemek isteyen polisler barikatlar kurarak geçişimize izin vermeyeceklerini söyledi. İzin verilmeyeceğini bilmemize rağmen kararlı bir şekilde yürüyüşümüzü gerçekleştireceğimizi belirttiğimizde ise polisin müdahalesiyle karşılaştık. İlk müdahale sırasında ön saflarda yer alan bayan arkadaşların ağır şekilde darp edilmesi üzerine kitle büyük bir öfkeyle polisle çatışmaya başladı. Çatışmalar öyle bir hale büründü ki aldıkları cop darbeleriyle yüzü gözü kan içinde adeta sarhoş dönmüş işçiler, tekrar tekrar polis barikatına yükleniyordu. Ellerine ne geçerse polise fırlatıyordu insanlar, olaylar o boyuta vardı ki işçilerin çoğu ayakkabılarını çıkartıp polise fırlatıyordu.'
'Direniş boyunca İstanbul, işçiler için dünyanın en özgür kenti oldu'
15-16 Haziran direnişini 'Büyük İşçi Ayaklanması' olarak adlandıran Gazeteci-Yazar Veysi Sarısözen ise olayların çıkışının temelinde ekonomik nedenlerin yer almadığına işaret ederken, yaşanan patlamanın asıl nedeni olarak Demirel Hükümeti'nin Türk-İş ve CHP'nin de desteğiyle çıkarttığı yasa ile DİSK'in tasfiye edilmek istenmesine karşı, işçi sınıfının sendikal özgürlükleri için büyük bir öfkeyle sokağa çıkıp haklarını kahramanca savunmasını gösterdi. Direnişin sürdüğü iki gün boyunca İstanbul'un işçiler için dünyanın en özgür kenti haline geldiğini belirten Sarısözen, polis ve ordu birliklerinin yüz binlerce öfkeli ve kavgaya hazır işçi kitleleri karşısında çaresiz kaldığını söyledi. Sarısözen 15-16 günleri için DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler'in şu ifadeleri kullandığını aktardı : 'İşçiler kendi elleri ve akıllarıyla ürettikleri her şeyi tek kuruş ödemeden sahiplendi. Vapurlara, kamyonlara, trenlere ücretsiz bindiler. Makbuz karşılığı benzin, mazot, gazoz ve bisküvi aldılar.'
Türkiye tarihinde 15-16 Haziran'ın işçi sınıfı açısından zaferle sonuçlanan ilk politik genel grev, eşi görülmemiş 'silahsız ayaklanma' ve 'sivil itaatsizlik' hareketi olduğunu da ifade eden Sarısözen, bu iki gün boyunca kararlı bir biçimde sürdürülen mücadele karşısında Hükümet, CHP ve Türk-İş'in DİSK karşısında geri adım atarak, yasa değişikliğini geri çekmek zorunda kaldığını söyledi. DİSK'in tasfiyesinin amaçlandığını ancak sonuca ulaşmadığını kaydeden Sarısözen, 'O güne kadar Türkiye sosyalist hareketine musallat olan cuntacı, darbeci, millici akım, bizzat işçi sınıfının bu büyük hareketi ile iflas etti. Bunun rövanşını 12 Eylül darbesiyle birlikte Koç ve Sabancı grupları işçi sınıfından aldı' diye konuştu.
İşçi sınıfı saflarındaki durgunluğun nedeni 'düşmanca tutum'
Aradan geçen 39 yılın ardından bu günü değerlendiren Sarısözen, 'Kimi solcuların hala politik, askeri vesayet ve Kürt sorununda çözümsüzlük konusunda kılını kıpırdatmayacak olan işçi sınıfı ve emekçilerin, kriz koşullarında ayağa kalkacak beklentisi içerisinde olması gerçekdışıdır. Bu ekonomist görüş hiç bir zaman için doğrulanmadı' dedi. Sarısözen, bugün kriz koşullarında işçi sınıfı saflarındaki durgunluğunu, 'Solun bir kısmının milliyetçiliğin, laiklik adına Müslüman emekçilerden uzaklaşmasının ve 15-16 Haziran'da Türk kardeşiyle omuz omuza ayaklanan Kürt işçilerinin kendi bağımsız siyasi hareketine düşmanca tutum almasının hazin bir sonucuna' bağladı. Sarısözen, işçi sınıfının birliğinin ancak demokrasi mücadelesi içerisinde, askeri vesayete ve Kürt sorununda çözümsüzlüğe son verme mücadelesiyle, tekellerin krizin yükünü onların sırtına yükleme siyasetine karşı mücadeleyi birleştirerek gerçekleştirilebileceğini aktardı.(DİHA)
Çalışma yaşamı ve temel sendikalar mevzuatını düzenleyen 274 sayılı İş Kanunu ile 275 sayılı Sendikalar Yasası'nda değişiklik öngören bir yasa tasarısı hazırlama konusunda işbirliğine giren Adalet Partisi ve Cumhuriyet Halk Partisi, hazırladıkları yasa tasarısını 11 Haziran 1970'te Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay'ın onayına sokarak yürürlüğe soktu. İçeriğinde işçilerin sendika seçme özgürlüğünü önemli ölçüde kısıtlayan, sendika değiştirmeyi güçleştiren, toplu sözleşme ve grev haklarını kısıtlayan hükümler içeren söz konusu yasa tasarısına göre, bir sendikanın Türkiye genelinde faaliyet gösterebilmesi için mevcut işkolunda sigortalı çalışanların üçte birini örgütlemesi gerekiyordu. Tasarıya göre yine konfederasyon faaliyetinin yürütülebilmesi için de sigortalı işçilerin üçte biri kadar üyeye sahip olma zorunluluğu şart koşuldu.
Başbakanlığını Süleyman Demirel'in yaptığı hükümet tarafından koşul olarak ortaya konulan oranın, o yıllarda devam eden direniş ve grevlerin sendikal örgütleyicisi olarak DİSK'in engellemek istenmesi ve Türk-İş'ten DİSK'e geçişlerin önünün kesilmesi için çıkarıldığı düşünülen yasaya DİSK tepki gösterdi.
DİSK, yasa tasarısına karşı direniş kararı aldı
Tasarının işçilerin mevcut tüm sendikal haklarını ellerinden alacağı ve ileriye dönük olarak hak mücadelesi vermenin önünde engel oluşturacağının anlaşılmasıyla birlikte yeni tasarıya tepki gösteren DİSK ve bağlı sendikaların yanı sıra kararın alındığı mecliste grubu bulunan Türkiye İşçi Partisi (TİP) de değişikliği Anayasa Mahkemesi'ne götüreceğini açıkladı. TİP ayrıca yasayla ilgili iptal davası açtı. TİP tarafından açılan iptal davasının yanında yürürlüğe sokulan yasanın geri çekilmesi için Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay ve Başbakan Süleyman Demirel ile bir araya gelerek görüşen DİSK yöneticileri, yasanın değiştirilmesine ilişkin herhangi bir sonuç alamadı. Bunun üzerine DİSK karardan üç gün sonra 14 Haziran 1970 tarihinde yaptıkları toplantı sonrasında direniş kararı aldı.
İşçilerin direnişi 15 Haziran'da başladı
DİSK'li sendikacıların ve yöneticilerin tepkileri ile 15 Haziran 1970 sabahı İstanbul, İzmit ve Gebze'de 100 bine yakın işçinin 113 işyerinde birden iş bırakarak belli başlı merkezlerden yürüyüşe geçmesiyle birlikte tarihi direniş başlatılmış oldu. Son 1 buçuk yıl içerisinde bazı büyük fabrikalarda çeşitli işçi hareketleri ve direnişlerinin sürüyor olması birçok fabrikada ve işçi semtinde var olan gerginliği iyice arttırdı. Gebze bölgesinde bulunan sanayi işçileri tren ve karayollarını kesip, Ankara asfaltı üzerinden yürüyüşe geçti. Yürüyüşe Göztepe dolaylarında Otosan Fabrikası işçileri ile DMO işçileri de katılarak destek verdi. Anadolu Yakası'nda oluşturulan bir diğer yürüyüş kolu da Beykoz ve Paşabahçe'den, Üsküdar'a doğru yürüyordu. Aynı sıralarda Avrupa Yakası'nda, Topkapı, Haliç çevresi, Eyüp, Kâğıthane ve Levent'te de direniş başlatıp yürüyüşe geçen yüzlerce emekçi işçi caddeleri, meydanları ve sokakları adeta işgal etmişlerdi.
Sıkıyönetim ilan edildi
Direniş kararıyla birlikte 15 Haziran'da sokaklara dökülen DİSK'e bağlı sendika işçilerine, üniversite öğrencilerinin yanı sıra Türk-İş'e bağlı bazı işçiler de katılıp dayanışma örneği olarak destek verdi. İşçiler, direnişin ilk gününde herhangi bir müdahaleyle karşı karşıya kalmazken akşam saatlerinde toplanan Bakanlar Kurulu, 60 günlük sıkıyönetim ilan etti. 16 Haziran Salı sabahı Anadolu Yakası'nda yine Kadıköy ve Üsküdar'a doğru yürüyüşe geçerek direnişlerini sürdüren işçiler, karşılarında coplu, tabancalı toplum polisleri ve tanklı, tüfekli, süngülü askerler buldu. Kurulan barikatlarla önleri kesilen işçilerle güvenlik güçleri arasında ilk büyük çatışma burada başladı. Avrupa Yakası'nda da durum farksız değildi. Taksim'de buluşmak üzere şehir merkezine doğru harekete geçen işçi kafileleri Topkapı, Alibeyköy, Eminönü, Unkapanı yönlerinden yürüyüşe başlamışken, burada da işçilerin yürüyüşünü engellemek amacıyla Haliç'teki köprüler güpegündüz açılmış ve vapur seferleri iptal edilmişti. Askeri birliklerin seferber edildiği merkezi yerlerde ve Valilik önünde de işçilere karşı barikatlar kurulurken, özellikle Levent ve Kadıköy'de engelleme daha da ileri götürülerek polis ve askerler tarafından işçilerin üzerlerine ateş açıldı. Açılan ateş ve çıkan olaylar sonucunda Yaşar Yıldırım, Mustafa Bayram, Mehmet Gıdak isimli üç kişinin yanı sıra Yusuf Kahraman adlı toplum polisi ile olayları izleyen dükkân sahibi Abdurrahman Bozkurt yaşamını yitirdi.
TİP'ten ayrı olarak olayların ardından CHP Genel Başkanı İsmet İnönü ve Genel Sekreter Bülent Ecevit'in Anayasa Mahkemesi'ne itirazıyla işçilerin direnişe geçtiği yasa 'Anayasa Mahkemesi'ne aykırı olduğu' için iptal edildi. Yasa olayların ardından 15-16 Haziran 1970 olaylarıyla ilgili olarak açılan ilk dava düşse de daha sonraki DİSK ile ilgili bütün davalarda tekrar gündeme geldi. 1980 darbesi sonrası 1477 sendikacı için ağır müebbet cezası 52 sanık için de idam istenen DİSK davasında da 15-16 Haziran olayları da delil olarak gösterildi.
Tanıklar anlatıyor...
'İşçiler her şeyi göze almıştı'
Maden-İş Sendikası'nda o dönem Yönetim Kurulu Üyesi olan Hilmi Şindi, Türkiye'de 1963 yılına kadar işçi sınıfının herhangi bir sosyal hakkı olmadığını belirterek, DİSK'in kurulmasının işçi sınıfının anti-demokratik yasalara karşı durmasında büyük rolü olduğunu söyledi. Şindi, DİSK'in öncülüğünde yükselişe geçen işçi hareketinin tekelci burjuvaziyi korkutmaya başladığını ve bu yükselişe karşı önlem almak isteyen burjuvazinin İş Kanunu ve Sendikalar Yasası ile DİSK'in önünü kesmeye çalıştığını vurguladı. DİSK'in önünü kesmeye çalışan bu adımların atılmasıyla birlikte yönetim kurulu tarafından tekelci kapitalizme karşı mücadele edilmesi gerektiği yönünde alınan direniş başlatma kararının organize bir şekilde tüm işyerlerine tebliğ edildiğini belirten Şindi, gönderilen tebligatlarda yürütülecek eylem planından hiçbir şekilde geri dönüş olmayacağının kesin olarak aktarıldığını anlattı. Alınan kararın işçilerde zaten var olan inancı daha da yüksek noktaya taşıdığını ifade dene Şindi, 'Gasp edilmek istenilen hakları için sokaklara dökülen işçiler için bu inanç o kadar yüksek boyutlara ulaşmıştı ki işçilerin tümü göz altına alınabileceğini, tutuklanabileceğini ve ya işkencelerden geçirilebileceğini bile bile yine de meydanlara çıktı' dedi.
'İşçiler ayakkabılarını polise fırlatıyordu'
Şindi, alınan direniş kararıyla 15 Haziran'da sokaklara çıkan işçilerin ortaya koyduğu mücadelenin önünü kesmek ve direncini kırmak amacıyla alınan sıkıyönetim kararının da işçilerin ertesi gün yine meydanlara çıkmasına engel olmadığını vurguladı. Şindi, 16 Haziran'da Taksim'e ulaşmak amacıyla Levent istikametinden yürüyüşe geçen kortejde yaşanılanları şöyle aktardı: ' Yürüyüşümüzü engellemek isteyen polisler barikatlar kurarak geçişimize izin vermeyeceklerini söyledi. İzin verilmeyeceğini bilmemize rağmen kararlı bir şekilde yürüyüşümüzü gerçekleştireceğimizi belirttiğimizde ise polisin müdahalesiyle karşılaştık. İlk müdahale sırasında ön saflarda yer alan bayan arkadaşların ağır şekilde darp edilmesi üzerine kitle büyük bir öfkeyle polisle çatışmaya başladı. Çatışmalar öyle bir hale büründü ki aldıkları cop darbeleriyle yüzü gözü kan içinde adeta sarhoş dönmüş işçiler, tekrar tekrar polis barikatına yükleniyordu. Ellerine ne geçerse polise fırlatıyordu insanlar, olaylar o boyuta vardı ki işçilerin çoğu ayakkabılarını çıkartıp polise fırlatıyordu.'
'Direniş boyunca İstanbul, işçiler için dünyanın en özgür kenti oldu'
15-16 Haziran direnişini 'Büyük İşçi Ayaklanması' olarak adlandıran Gazeteci-Yazar Veysi Sarısözen ise olayların çıkışının temelinde ekonomik nedenlerin yer almadığına işaret ederken, yaşanan patlamanın asıl nedeni olarak Demirel Hükümeti'nin Türk-İş ve CHP'nin de desteğiyle çıkarttığı yasa ile DİSK'in tasfiye edilmek istenmesine karşı, işçi sınıfının sendikal özgürlükleri için büyük bir öfkeyle sokağa çıkıp haklarını kahramanca savunmasını gösterdi. Direnişin sürdüğü iki gün boyunca İstanbul'un işçiler için dünyanın en özgür kenti haline geldiğini belirten Sarısözen, polis ve ordu birliklerinin yüz binlerce öfkeli ve kavgaya hazır işçi kitleleri karşısında çaresiz kaldığını söyledi. Sarısözen 15-16 günleri için DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler'in şu ifadeleri kullandığını aktardı : 'İşçiler kendi elleri ve akıllarıyla ürettikleri her şeyi tek kuruş ödemeden sahiplendi. Vapurlara, kamyonlara, trenlere ücretsiz bindiler. Makbuz karşılığı benzin, mazot, gazoz ve bisküvi aldılar.'
Türkiye tarihinde 15-16 Haziran'ın işçi sınıfı açısından zaferle sonuçlanan ilk politik genel grev, eşi görülmemiş 'silahsız ayaklanma' ve 'sivil itaatsizlik' hareketi olduğunu da ifade eden Sarısözen, bu iki gün boyunca kararlı bir biçimde sürdürülen mücadele karşısında Hükümet, CHP ve Türk-İş'in DİSK karşısında geri adım atarak, yasa değişikliğini geri çekmek zorunda kaldığını söyledi. DİSK'in tasfiyesinin amaçlandığını ancak sonuca ulaşmadığını kaydeden Sarısözen, 'O güne kadar Türkiye sosyalist hareketine musallat olan cuntacı, darbeci, millici akım, bizzat işçi sınıfının bu büyük hareketi ile iflas etti. Bunun rövanşını 12 Eylül darbesiyle birlikte Koç ve Sabancı grupları işçi sınıfından aldı' diye konuştu.
İşçi sınıfı saflarındaki durgunluğun nedeni 'düşmanca tutum'
Aradan geçen 39 yılın ardından bu günü değerlendiren Sarısözen, 'Kimi solcuların hala politik, askeri vesayet ve Kürt sorununda çözümsüzlük konusunda kılını kıpırdatmayacak olan işçi sınıfı ve emekçilerin, kriz koşullarında ayağa kalkacak beklentisi içerisinde olması gerçekdışıdır. Bu ekonomist görüş hiç bir zaman için doğrulanmadı' dedi. Sarısözen, bugün kriz koşullarında işçi sınıfı saflarındaki durgunluğunu, 'Solun bir kısmının milliyetçiliğin, laiklik adına Müslüman emekçilerden uzaklaşmasının ve 15-16 Haziran'da Türk kardeşiyle omuz omuza ayaklanan Kürt işçilerinin kendi bağımsız siyasi hareketine düşmanca tutum almasının hazin bir sonucuna' bağladı. Sarısözen, işçi sınıfının birliğinin ancak demokrasi mücadelesi içerisinde, askeri vesayete ve Kürt sorununda çözümsüzlüğe son verme mücadelesiyle, tekellerin krizin yükünü onların sırtına yükleme siyasetine karşı mücadeleyi birleştirerek gerçekleştirilebileceğini aktardı.(DİHA)