Hapiste -tecrit altında- hasta olmak Güler Zere ;

Hapiste -tecrit altında- hasta olmakGüler Zere ;Gelin hep beraber hasta olalım. Ama öyle sıcak yatakta yatan, buharı tüten bir tas çorba ile başımızda bekleyen sevdiklerimizi yanımızda olduğu bir hasta değil.Gelin hapiste hasta olalım. Hem de öyle ufak tefek hastalıklarla yetinmeyelim. Kalıcı, zorlu bir hastalık yerleştirelim vücudumuza. Belki çoğu cümleler abartılı gelecek ki "Yok ya bu kadarı da olmaz" dedirtecek ama oluyor, oldu da... Ve ben sizi kendi hastalık sürecimden gezdireceğim.Bir kere mapusta hasta olmak zordur. Revire çıkmayı bile 40 kere düşündürtür insana. Çünkü revir göz muayenesidir sadece. Hatta ve hatta doktor bazen o göz muayenesini bile çok görür. Sen karşısında durup derdini anlatmaya çalışırken onun bakışları masa üzerindedir. Hemen reçete yazmakla uğraşır. Sonra o reçete eline tutuşturulur, öyle dönersin hücrene. Reçetedeki ilaçların gelmesi günler bulur bazen. Sıcak bir çorba ise bulamazsın oralarda. Aç kalırsın çoğu zaman.Hastalığının adım adım ilerlediğini görürsün. Bu kez sevk yaptırmak için, kırk kez düşünürsün. Çünkü ring aracı hasta biri için zulümdür düpedüz. Ellerin kelepçeli ring aracının küçücük hücrelerinden birine koyulursun. Nefes bile alamasın. Yol boyunca kameradan gözetlenirsin bir de. Hastane de doktorun karşısına kelepçeli çıkarılırsın. Doktor o anda kararını vermiştir zaten. Kelepçelisin suçlusun! Kelepçen çıkarılmaz bazen, öyle almaya çalışır seni muayeneye. Ve bazen kelepçelerin çıkarılmaz, o zaman sen insanca bir muayene olmak istediğin için odadan çıkartılır, apar- topar hapishaneye götürülürsün.Sen böyle gide gele dururken hastalığın yerinde durmaz maalesef. Her geçen gün azar. Üstelik henüz tam teşhis bile konulmamıştır. Ve bir bakarsın en illet bir hastalıkla karşı karşıyasın. Öyle yavaş yavaş alıştıra alıştıra söylenmez hastalığın. Üstelik birde ekleme yapılır. "Çok geç kalınmış" Kimin suçu geç kalmak? Benim mi?..Ve alelacele yatırılırsın bir "mahkum koğuşu" dedikleri hücreye. Hücrede gördüğün tek renk beyazdır. Duvarlar beyaz, yataklar beyaz, ışık beyaz, içeri girenler beyaz.... Bir de yeşil üniformalı var içeri girenler arasında.Işık 24 dört saat yanar tepede. Üstelik öyle bir ışıkla yetinilmemiştir. 16 floransandan oluşan bir ışık toplamı vardır tam tepede. "Rahatsız oluyorum" demen bir şey değiştirmez. "Yasak" denmiştir bir kez askere komut verir gibi. Kapının üzerindeki camdan 24 saat gözetlenirsin artık.O asker gider diğeri gelir. Günde kaç kez askeri kep altında bakan gözlerle karşılaşırsın. Ve bazen olur ya dalmışındır. Sert bir şekilde cam tıklanır, sıçrayarak uyanırsın. "Ne var?" "Hiç" böyledir hücrede diyaloglar.Beyaz üniformalılar gelir yanına. Onlara göre ise bulunmaz bir eğitim alanısın (!) Staj mı yapılacak, sen varsın ya. Damar bulma adına, kollarına iğneler sokulur, çıkarılır. Kollarının yeri çoğu mosmor kalır sonrasında.Artık ameliyat günün gelmiştir. Sabahın bir saatinde yeşil ameliyat elbisesi giydirilir. Sedyeye yatırılırsın ama ellerin kelepçeli. Diyelim ki yakının bekliyor kapı önünde onunla göz göze bile gelemezsin. Etten duvar vardır önünde. Göz temasın bile yasaktır, öyle denir. Yanında gardiyan ve bir düzine asker. İşte bu kadar!Sonra ameliyata girerken öğrenirsin ameliyatın sana nelere mal olacağını. Böyle bir psikoloji ile girersin ameliyathaneye.Ve saatler sonra hücrede gelirsin kendine. Üzerinde yeşil ameliyat elbisesi vardır hala. Kollarında serum. Kendine gelip, tekrar kaybedersin kendini. O kendine geldiğin anlarda kapının diğer tarafında gardiyanın sesini duyarsın, adını çağırıyordur. Sen cevap veremezsin. Bu kez gelip pencerede "niye cevap vermiyorsun" diye üste çıkmaya çalışır hayasızca.İncedir ameliyat elbisesi. Saatlerce titrersin içinde. Dişlerin birbirine değer. Ama tek başına çıkaramazsın o elbiseyi. Sonra belki vicdanlı bir hemşire denk gelir o çıkarır üzerindekini. O da olmazsa senin kendi işini yapacak duruma gelmen lazım.Hafta da bir tek kişi kabul edilir 15 dakikalığına. Sesin mi duyulmaz, kalkamazsın. Olsun yine de kapı üzerindeki cama yaklaşmalısın. Orada ince bir aralık var, ayaklarının ucuna dikleşip yükselmelisin oraya yetişmek için. Sonrada 15 dakikalık görüş başlar. Daha nasıl olduğunun cevabını bile vermemişken "görüş bitti" der hemen görüşçünün arkasında duran ses.Sonrası hapishanedir. Her yemeği yiyemezsin ama sana göre yemekte verilmez. Çünkü yasaktır! Aç kalırsın çoğu zaman. Revire çıkarsın "iyi değilim" dersin ama işe yaramaz çünkü, bir kez gün verilmiştir hastane tarafından o gün götürüleceksin. Ve bu günlerce sürer. İyi olmaman o tarihi ileri almaz. O gün geldiğinde de yine yüzüne karşı hastalığın nüksettiği söylenir. Ve tekrar apar- topar bir zulme dönen hastane günleri başlar.Peki suçlu kim? Ben miyim?Böyledir hapiste hasta olmak. İyileşme umudunun olduğu hastalıklar bile iyileşemez duruma gelir. Ölüm koynunda yatar oralarda. Ve sık sık yoklar. O seni yoklarken sen güç almak için sevdiklerinin elini tutmak istersin, tutamazsın. O seni yoklarken senin gözlerin umutlanmak için sevdiklerinin gözlerini arar ama bulamazsın. Sesin tecritin beyaz duvarlarına çarpar.Gelin biz o seslerin sadece duvarlara çarpmasına izin vermeyelim. O sesleri dışarılara taşıyalım.

0 Kommentare: