"Yol haritası" ve kurucu meclis - Yazar: Haluk Gerger (2. BÖLÜM)


"Bu ülkeye komünizm gerekirse onu da biz getiririz" anlayışı bugün de "Kürt Sorunu'nu gerekirse biz çözeriz" diyor. "Kürtsüz Türk çözümü" garabeti Kürtleri aşağılamanın bir başka yolu olsa gerek. Bu, özünde, "çözümsüzlüğü" yeniden üretmek ve dayatmaktan başka bir şey değil elbette. Ola ki, çözümle çözümsüzlük dinamiklerinin iç içe bulunduğu yumak içinde çözüm dinamiklerinin etkisiyle her şeye karşın yine de "negatif barış"a giden yol kendini dayatırsa, yani TC'nin her alandaki yenilgileri derinleşerek sürer ve egemenlik sistemi takatten düşer, yeni bir yıkıcı savaşı göze alamaz hele gelirse, bu, kesin olarak, statükonun siyasetini, hukukunu, ideolojisini, kurumlarını, sosyal normlarını vb. yapıtaşlarını aşacaktır. Bir başka ifadeyle, çözüme giden yol dahi, ne kadar samimiyetsiz, numaracı, tasfiyeci olursa olsun, tek başına bu Düzen'e sığmaz; mutlaka bir "yeniden inşa" sürecini gündeme sokabilir.Çözüm değil, çözüme giden yol ve bu yöndeki bir demokratikleşme de köklü değişiklikleri zorunlu yapar. Anayasa ve yasalardan kurumlara, siyasetten sosyal normlara ve en önemlisi de zihniyete uzanan bir dizi devasa dönüşüm de, kaçınılmaz olarak, yeni bir siyaset tarzı ile yeni devlet yapılanmasını gerektirir. Bunun için de, yeni bir siyaset zemini ve hukuksal düzen, anayasal temel gerekeceğinden anayasa yapıcı bir kurucu ögeye ihtiyaç ortaya çıkabilecektir. Zaten unutmamak gerekir ki, sınıflı toplumlarda, bir sınıfsal baskı aracı olarak, devlet erki olmaksızın, burjuva ya da proleter, demokrasi olamaz. Önemli olan, burjuva düzende bu erkin demokratik niteliğinin olabildiğince geliştirilebilmesidir. İşte bu noktada da bir "kurucu meclis" tartışması akla gelmektedir.Çözümsüzlük dayatması ve bunun getireceği kesin olan yıkım da, sonunda, TC çerçevesi içinde bir "yeniden inşa süreci"ni getirecektir. O yıkımın küllerinden 12 Eylül türü bir Danışma Meclisi'ne mi bürünür bunun kurumsal yapısı, yoksa Portekiz'in "Karanfil Devrim" sonrası yapılanmasını mı ya da burjuva-demokratik formlarının Kürt-Emekçi kurumlarıyla aşılmasını mı getirir, onu elbette zaman gösterecektir ama yine bir kurucu kurum kaçınılmaz olacaktır."Kurucu Meclis"ler, genel olarak, eski düzenin çöktüğü ve yenisinin özellikle anayasal altyapısının oluşturulmaya başlandığı zamanlarda gündeme gelirler. Böyle zamanlarda, yeniyi inşaya hazır sınıfsal güçlerin önderliğinde toplanırlar ve hükümlerini icra ederler. Fransız Devrimi'nin başında, yükselen burjuvazinin, feodal aristokrasinin mutlakiyetçi monarşisini tasfiye yolunda, topladığı "milli meclis" gibi. Bazen de, 1917 Rusyası'nda "Kurucu Meclis"in yerini işçi sovyetlerine bırakması gibi, yeni toplumsal sınıflarca aşılırlar. O zaman Lenin, Bolşeviklerin "kurucu meclis" çağrısını, "tam anlamıyla meşru" bir girişim olarak savunmuş, "kurucu meclis"in "bir burjuva cumhuriyetteki en yüksek demokratik formu temsil ettiği"ni söylemişti. Ama "bir burjuva cumhuriyette!"Türkiye gibi bir ülkede de ve özellikle "milli mesele"nin çözüm sürecinin gerektirdiği "burjuva demokratik cumhuriyet" inşa zamanında "kurucu meclis" (minimal) sınıf programının da bir parçasını oluşturabilir elbette ama aynı zamanda onun burjuva-demokratik bir zemin olduğu da gözden kaçırılamaz. Bu kurum, sosyalist devrim aşamasına geçişte ancak bir sıçrama platformudur ama milli sorunun çözümünde stratejik bir araç olabilir. Egemenlerin "yol haritası" nasıl tecelli ederse etsin, faşist bir diktatörlük macerasının karanlıklarında yeniden yükseltilecek Kirli Savaş'ın ateşi altında veya tasfiyeci göstermelik reformlar aldatmacasının çürütücü gevşekliğinde olsun, bu türden bir talebin öne çıkartılması gerekebilir; elbette onun aşılmasının koşulları için de durmaksızın mücadele edilmesiyle birlikte.Böylesi bir yapılanmayı, teorik olarak, yeni bir devlet yapısının ve onun anayasal temellerinin belirlendiği forum ve bu arada da, halkın demokratik enerjisinin bütünüyle açığa çıkmasının kurumsal araçlarından biri olarak düşünmek mümkündür. Kuşkusuz bugün kurucu meclislere yol açan klasik durum sözkonusu değil; eski düzen çökmemiş ve yeni bir toplumsal sınıfın düzen inşası yaşanmamaktadır. Bu durumda, seçimle yenilenmiş mevcut parlamentoya paralel bir oluşum olarak da gündeme gelebilir böyle bir kurum. Kürt Sorunu'nda tam burjuva-demokratik bir ortamın inşası için iki halkın eşit, öteki etnik-kültürel yapıların da belirli kontenjanlar temelinde temsil edileceği, korporatif esaslara göre seçilmiş üyelerin bulunduğu, sendikaların, odaların, meslek kuruluşlarının, sivil toplum örgütlerinin, ilgili yerel yönetim temsilcilerinin de içinde yer alacağı, bütün demokratik taleplerin tartışılacağı radikal demokrat bir yapı, bugünkü parlamentonun varlığı koşullarında, sözü edilen "akil adamlar"ın ve "adalet komisyonu"nun yerini de alabilir, mevcut parlamentoyla ilişkileri ayrıca belirlenebilir. Tabii ayrıca unutmamak gerekir ki, böylesi özel durumlarda, milliyetçi-gerici reaksiyonun yükselmesi halinde, bu kurum karşıdevrimin bir manivelasına da dönüşebilir. Ama aynı zamanda, Türkiye'deki yaygın şovenizmin kırılması ve yığınların halkların kardeşliği temelinde yeniden siyaset ve tarih sahnesine çıkabilmesi için gerekli zemin/ortam da yeni devlet inşa sürecinin kurumları etrafında oluşturulabilir. İşte "kurucu meclis"in tartışılması da, onun gerçekliğe dönüşmesi de buna hizmet edebilir. Siyasette "iki yanı keskin bıçak ikilemi" zaten böyle ortaya çıkar.Bizim düşüncemiz odur ki, Türkiye kapitalizmi ve onun egemenleriyle kurumları, kendi başlarına demokratik bir dönüşüme hazır değillerdir. Hatta rejimlerinin ve devletlerinin bekasını bugünkü artık sürdürülemez statükoya çıpaladıkları için demokratikleşmeye düşmandırlar da. Üstelik bugünkü yapı içinde ne gerçekten çözüm irade ve kararlılığına sahip bir toplumsal güç vardır egemen blok içinde, ne de buna çatı olabilecek bir kurumsal yapı. Ne var ki, aynı zamanda, düzen güçleri yenilmişlerdir ve umarsızdırlar. Bu süreç içinde gelişmelerin öz dinamikleriyle düzen kendi bunalım ve çaresizliğinin ağırlığı altında kalabilir, kendiliğinden sosyal patlamalarla "kurucu meclis" ihtiyacına doğru bir gidiş ortaya çıkabilir. İşte böyle bir konjonktürde sorun, yıllardır koşullandırılmış Türk halkının demokratikleşme doğrultusunda iknasında yatmaktadır. O muazzam enerjinin açığa çıkmasında sınıfsal taleplerle de güçlendirilmiş bir yeniden inşa ve buna bağlı "kurucu meclis" çağrısı öyle bir rol oynayabilir ki, hem eşitlik temelinde milli meselenin özgürce tartışılmasına olanak tanır, hem burjuva demokratik çözüm olanağını yaratabilir, hem de bağrında kendi aşılımını taşıyarak proleter-devrimci dönüşüm ve sosyalizm bakımından yeni olanaklar yaratır. Bu türden bir yapılanmanın resmi parlamentonun varlığı koşullarında (yani cari düzenin tam çöküşünün gerçekleşmediği ama yeni politik formlara açılan dinamiklere de mecbur kaldığı koşullarda) dahi bir halklar meclisi ya da ikili iktidarın sovyetine dönüşme olasılığı üzerinde de düşünülmelidir.Toplumun bütün güçlerinin temsil edileceği ve son derece geniş bir demokratik çerçeve içinde işleyecek süreçte, devrimcilerin müdahale olanaklarına kapı açacak her girişim ve araç şimdiden düşünülmelidir. Acaba bir tür "kurucu meclis" yapılanmasına ilişkin tartışmalar bu yönde bir hazırlık oluşturabilir mi? Bu, bugünün meselesi gibi görünmemektedir ama, başta da belirttiğimiz gibi, gidişin, zikzaklı da olsa, bu türden duraklara ulaşma olasılığı vardır. Dolayısıyla, önerimiz ya da gündeme getirmek istediğimiz konu zamansız, yersiz ve hatta "uçuk" görünebilir ama egemenlik sisteminin bizi içine hapsetmek istediği "ben yaptım oldu" olupbittisinin kısır döngüsünü kırmanın bir çabası ve önerisi olarak da değerlendirilebilir. Bana öyle geliyor ki, devrimci sosyalistlerin bu uyuşturucu-dolandırıcı-tasfiyeci hengamede en somut programatik şiarını "kurucu meclis" talebi oluşturabilir. HALUK GERGERMAVİ DEFTER

0 Kommentare: