Demokratikleşme bastırılabilir mi?


'Aşe' İki genç1960'lar, bir akrabamızla evli, Düzce Siyokoğlu köyünden şimdi rahmeti olan Seyde ile konuşuyorum. Seyde jandarma olarak 'Dersim Harekatı'na katılmış biri. Ciddi, güvenilir, düzgün bir Çerkes/Adige. Söz, dönüp dolaşıp Dersim'e geliyor, 'Gazi'nin Muhafız Alayı bile Dersim'e geldi... Birgün devriyeler iki sivil delikanlıyı yakaladılar. Üstlerinden Konya nüfus kaydı ve Hukuk Fakültesi öğrenci kimlikleri çıktı. Yüzbaşımız onları sorguya çekti.''Okumak ve Hukuk Fakültesi'ne girmek için kaydımız Konya'ya aldırıldı. Ailelerimizi isyan mıntıkasından çıkarmak için buraya geldik, başka bir amacımız yok' dediler.'Ne oldu o gençler?' dedim.Elini sağ yana doğrulttu, isteksiz ve canı sıkkın bir ifadeyle, 'Yüzbaşı onları öldürttü' dedi.CHP'li Onur Öymen'in kulakları çınlasın, bu anlayışı/süreci sürdürme dışında bir önerisi olabilir mi?.. Hiç sanmam.Ürkütücü bir mezarlıkAğabeyim Hozat'ta jandarma assubayı idi.1956 yılı yazını ağabeyimin yanında Hozat'ta geçirmiştim. Çocuktum ama gördüğüm manzara karşısında vurulmuşa dönmüştüm.Hozat'ın hemen dışında, dağ yamacına doğru uzanan, en az 2 km boyunda, 500 metre eninde bir mezarlık. Çıplak-çakıllı bir düzlüğe yayılmış, etrafı açık. Yan yana kabirler sıralanmış uzanıyor.Kabir dediysem de dere taşlarıyla çevrilmiş sessiz ve kimsesiz mezarlar, başlarında birer iri dere taşı dikili. Hepsi birbirinin aynısı, mezarlar yaşıt, hepsinin aynı anda gömüldükleri anlaşılıyor, binlerce. Sayıları kaç bin eder? Bilemiyorum.Ama Hozat dedikleri bin nüfuslu küçük bir kasaba. O denli büyük bir mezarlığı olamaz...Orta yaşlı bir kadın mezarlığa yakın bir yerde ineklerini otlatıyordu. 'Nedir bu böyle?' diye sordum.'Bunlar asi Kürtlerin mezarları, devlete karşı geldikleri için öldürüldüler' dedi kadın.'Nasıl oldu bu?' dedim.'Hergün güneş doğarken 200 kişi, güneş batarken de 200 kişi kurşuna diziliyordu. Bu iş altı ay sürdü' dedi kadın.Kadının söyledikleri söylentidir/tevatürdür denebilir. Ama ortada sevimsiz bir şeyler yaşanmamış olduğu da söylenebilir miydi?..Boşuna çırpınışlarYıl 1970. Demirel Başbakan. Ülkede bir özgürleşme akımı almış başını gidiyor. Sağda solda ülkücü saldırıları var ama fazla ses getirmiyor. Demirel, sağcı ve Amerikancı dürtüleriyle, belki de aldığı direktiflerle TİP'i (Türkiye İşçi Partisi) ezmiş durumda, seviniyor. Oysa kendisinin ve demokrasinin kuyusunu kazıyor farkında değil, aksine tezgah üstüne tezgah peşinde.İçişleri Bakanı Faruk Sükan'ın eliyle bindirilmiş kıtalar, özgürlük ve daha fazla demokrasi isteyen gençlerin, kitlelerin üzerine sürülüyor.Yine de özgürleşme havası sürüyor. Her tarafta Çerkesçe plaklar basılıyor, gençler Çerkesçe şarkılar söylüyorlar. Etnik anlamda bir canlanma var, Çerkesçe bebekler tarafından bile konuşulan bir dil. Derken devreye başka aktörler sokuluyor, silahlar patlamaya başlıyor.O sıralar Antalya Aksu İlköğretmen Okulu'nda öğretmenim, 1971 başı, lokalde soba başında oturuyorum, yaşlı Müdür Başyardımcımız yanıma geliyor, sağ görüşlü ama dürüst biriydi:'Cevdet bey, bu nedir?' diyerek elindeki gazeteyi gösterdi. 'Bu hayra alamet değil, talebe Ortadoğu Teknik Üniversitesi'nde jandarma ile silahlı müsademe yapmış. Bizim devletimiz buna izin vermez. Anlaşılan devlet büyük bir karşı saldırıya geçecek, bunun için izin veriyor olmalılar...' dedi.1964'te öğrenciliğim sırasında TİP'li bir öğrenci,'Asker gelirse fena, Atatürkçüyüz der, sağı da solu da götürürler' demişti. Bu sözleri hemen anımsadım. Ama, 'Olamaz, asker bunu yapmaz, subaylar içinde ilerici olanlar da vardır' dedim içimden, rahmetli bir Çerkes avukat abimizin, eşsiz bir insan ve örnek bir sosyalist olan Düzceli Avni Jaji'nin, 'Lenin ordu subaylarına hiç güvenmezdi' sözü de hemen geldi aklıma. Çelişki içinde kaldım.Müdür Başyardımcısına bir yanıt veremedim.'Kurt bulanık havayı sever' dememişler boşuna. 12 Mart 1971 askeri müdahalesi, faşizm gecikmedi...Dil, şarkı, özgürlük bunların hepsi hak getire. Hepsi teneşire kondu...Üç genç idam edildi, biri bir Çerkes - Yusuf Aslan.***Direktifler kuşkusuz Amerika'dan. 'Kurtarma' operasyonu başlatılıyor, miliyetçi Ecevit ve partisi kapatılmışsa da Amerikancı biri olan Erbakan yeni aktörler olarak sahneye sürülüyorlar. Müdahaleye ve askerlere karşı yaygın bir nefret duygusu var, baskı ve idamları nefretle karşılıyorlar. Bu ikisi 1974 Kıbrıs harekatı ile milliyetçiliği ve fütuhatçı geçmişi 'canlandırıyorlar' ve generalleri aklatıyorlar. Ancak bunlar da Demirel gibi kendi kuyularını kazmakta gecikmiyorlar, sadece birer aktör olduklarını, güçlerinin demokratik güçlerle birlikte olmaya bağlı olduğunu fark etmiyorlar. 12 Eylül'e koşar adım gidiliyor. İstanbul'da lise müdürüyüm, tarafsız ve dürüst bir yönetim kurduğum için okulumda, pek bir olay yok, ama hassas bir denge de var, sağcı ve solcu öğrenciler birbirlerine tahammül ediyorlar, sürekli onları uyarıyorum.Ara sıra boykot ve benzerleri oluyor ama çatışma olmuyor. Boykot ve bir olay olduğunda, idare olarak sorgulanıyor, karakola bile götürülebiliyorduk. Sıkıyönetim var, okulda sürekli bir askeri müfreze var, başlarda yumuşak olan asker son dönemde iyice sertleşmiş, öğrencileri dövmeye başlamıştı. Öğrenci hemen sindi ve sessizleşti. Birgün ders başında durumu kontrol için sınıfın birine girdim. Bütün bir sınıf 'rap' diye aynı anda ayağa kalktı. Değil bana, askerlik dersine giren yüzbaşı ve binbaşılara bile böyle ayağa kalkıldığını görmemiştim. Acaba Albay mı geldi, diye dönüp arkama baktım, müfrezenin başındaki çavuş beni geriden izliyormuş...Müfrezeyi geri çektiler. Bir akşam üzeri tanımadığımız birileri okul duvarlarına pankartlar yapıştırmaya, boykot çağrılı bildiriler dağıtmaya başladılar. Baktım, okulumun dış kapısının önündeki rampada bir polis jeepi bekliyor. Durumu bildirdim ve müdahale etmelerini istedim.'Bizi ilgilendirmez. Ortada bir eylem durumu yok' dediler.'Peki, ne gibi bir durumda müdahale ediyorsunuz?' dedim.'Silahlı bir eylem olursa müdahale ederiz' dediler. Hemen içeri döndüm. Harbiye Bölge İnzibat Komutanlığı'na telefon ettim, oraya bağlıydık. Her gün oraya yazlı rapor veriyorduk. Durumu aynen aktardım.'Sayın Müdürüm, niye telaşa kapılıyorsunuz, siz maaşınızı alıyor musunuz?' dedi Albay.'Alıyorum' dedim.'Ben de alıyorum. Oturun oturduğunuz yerde. Sıkıyönetim gereğini yapar' yanıtını aldım.Orada uyandım. Pankart yapıştıran ve bildiri dağıtanların görevlendirilmiş kişiler olduğunu anladım. Öğretmen arkadaşlarıma durumu anlattım ve dikkatli olmalarını, askerin müdahale edebileceğini söyledim ama bazıları 'Vehme kapıldığımı, bir albayın darbe olup olmayacağını bilemeyeceğini' söylediler. Birkaç gün sonra, bir sabah uyandığımızda kucağımızda 'gürbüz bir oğlan çocuğunu' bulduk.Gerisi malum...12 Eylül faşizmi, demokrasi adına varolan her şeyi paspas edip geçti.Gelelim bugüneBugünkü ortam ve koşullar çok farklı. Dün halk aydınlanmamıştı, antikomünizm vardı ve ABD tarafından destekleniyordu. Ekonomik gücü bulunduranlar asker ve yargı ile işbirliği içindeydiler. Asker ve yargıyı laikliğin savunucuları olarak görenler çoktu. Bugün öyle mi?..Özgürlük ile demokratikleşme, şimdi doğru orantılı, öyle algılanıyor. Halk bunun ayırdında. AKP ve DTP, ikisi de bilinçli bir seçmen tabanına dayanıyor. Yalpalasalar bile, demokratik kamuoyu onları yola getirmesini biliyor, demokratik kuralların dışına çıkamıyorlar. Geriye dönüş yolu kapalı. AKP ekonomik yönden güçlü bir tabana dayanıyor, o kesim partiyi finanse ediyor. Çok geniş bir taban bu. Çıkarı demokratikleşmede.CHP ise tam tersi, geçmişi, kanla yıkanmış geçmişi temsil ediyor.CHP ve Onur Öymen gibiler, daha önceleri Dersim benzeri idam isteği önerileri rahatça seslendiriyor ve alkış da alabiliyorlardı. Şimdi öyle mi? Durmadan çam deviriyorlar. Çırpındıkça daha da batıyorlar, batacaklar da. Çünkü iyi niyetli değiller, çağa ve ülke gerçeklerine, demokratik gelişime ters düşüyorlar, dökülecekler.İspanya, devlet partisini dağıtarak ve yeni bir sayfa açarak demokrasiye geçti. Türk 'solu' yıllardan beri 1920'ler, 1930'lar faşizmi peşinde koşuyor, koştukça da, kendi kendisini yiyerek bitirecektir.Çıkar yol nedir?Çıkar yol, derhal demokratikleşme, şeffalaşma, demokratik dünya normlarını kabul etme olabilir. Bunu şu ya da bu etnik kimliği esas alarak değil, Türkiye ölçeğinde bir demokrasi olarak ele almalı, başarmalı ve tamamlamalıyız. O zaman herkes rahata erecektir. Türkiye'de bir avuç ırkçı dışında herkes birbirine dost, bir ayrılık ve parçalanma olamayacak olan ülke, Türkiye'dir. Bunun kanıtı da reformların sessizce kabul edilmekte olmasıdır. Şu an, Türkiye'de Türkçe'nin resmi dil olarak kalacağı bir düzen, bir anayasa üzerinde tam bir mutabakat var. Böylesine bir mutabakat kaç ülkede var ki?.. Öteki diller için de demokratik ülkelerdeki normlar benimsenmelidir. Baykal,'Kürtçe üniversitelerde seçmeli bir ders olarak okutulmaya kalkışılırsa, bunun iptali için Anayasa Mahkemesi'ne gideriz' diyor, biz de 'hayırlı olsun' deriz.Baykal Mars'ta mı yaşıyor?..Türkiye özgürleşmeyi ve barışı özlüyor. Dün, 'Kahrolsun CMUK' diye yürüyen polis teşkilatı vardı, Kürt kökenli Bakan'ı makam arabasında Bozkurt işareti ile taciz edebilen polisler vardı. Şimdi var mı? At binicisine göre kişner. MHP milletvekilleri ölüm cezasını kaldırtmamak için Meclis'i toz dumana boğmuşlardı.5 yerel dilde, ardından Kürtçe yayına, televizyon ve radyolarda Türkçe dışındaki dillerde yayına kim karşı çıktı ki?Niye çıkmadı? Çünkü halk, dünyada neler olup bittiğini görüyor, baskıyı değil, özgürleşmeyi istiyor. Dil çeşitliliğinin bir özgürleşme, bir zenginlik kaynağı olduğunu anlıyor ve demokratik yönlü gelişmeleri olgunlukla karşılıyor. Bu da özgürleşmenin kaçınılmazlığını ve kesinlikle gerçekleşeceğini gösteriyor.Hapi Cevdet YILDIZ

0 Kommentare: